Tam 187 yıl önce ocak ayının sonunda, St. Petersburg şehri çok ünlü birinin tuhaf erken ölümüyle sarsılır.
Vefat haberini duyan Rus halkı ölenin evinin önünde büyük bir protesto gösterisi yapar. Yönetim zorluğu içinde ve halkıyla sorunu olan, otokratlığı ve tutuculuğu ile tanınan Çar 1. Nikolay, ayaklanmanın bastırılması içim emniyet güçlerine emir verir ve cenazeyi kiliseden hemen çıkartıp merhumu doğduğu köyde alelacele toprağa verdirtir. Ayaklanma bastırılır. Rus halkı kendisini anlayan ve sorunlarını yüksek sesle dile getiren, aslen soylu bir aile mensubu ve burjuva kökenli büyük bir destekçilerini kaybetmenin üzüntüsüyle zorlu hayatlarına devam etmeye çalışırlar.
Kahramanımız sadece 37 yaşında hayata gözlerini yuman dönemin en ünlü Rus şair ve yazarı Alexandr Sergeyeviç Puşkin’dir. Daha çocukluk yıllarında Yunan-Latin klasiklerinin yanında Voltaire ve Rousseau gibi özgürlükçü ve aydınlanmacı Fransız yazarlarını okuma olanağı bulan Puşkin aile kökenlerine rağmen Rus yönetimine karşı çıkan asi bir edebiyatçı olarak ünlenecekti yaşamı boyunca.
Puşkin ölümünden sekiz sene önce yüksek rütbeli bir Rus subayının güzeller güzeli kızına, Natalya Goncarova’ya sırılsıklam aşık olur. Zira, kimilerince Rusya’nın en güzel kadını olarak tanımlanan Natalya, ince ve uzun vücudu, oya gibi işlenmiş yüzü ve erkekleri hemen çekim alanına sokan farklı ve özgün görüntüsüyle Puşkin’in aşk dünyasına ölümcül bir takıntı olarak girer.
Puşkin daha fazla vakit kaybetmek istemez ve bir baloda kendisine evlenme teklifi eder.
Edebiyata ve dünya meselelerine hiç ilgi göstermeyen biri olan Natalya, teklifi yapan ünlü ve yakışıklı biri olmasına rağmen reddeder. Ailesi de özgürlükçü ve yönetime karşı şiirlerinden dolayı Çar tarafından defalarca sürgüne gönderilen ve etrafında sürekli polislerin dolaştığı 29 yaşındaki şairin kızlarıyla evlenmesine karşı çıkar.
Hayal kırıklığına uğrayan Puşkin hava değişikliği amacıyla askerdeki arkadaşlarını ziyaret etmek için ilk önce Kafkaslar’da daha sonra Osmanlı toprağı olan Erzurum’da iki sene geçirir ve o dönem zarfında edebiyat dünyasına sayısız şiir ve roman armağan eder.
Yine o dönemde kendisini reddeden ve Çar’ın bile radarında olan Natalya için şu dizeleri yazar, ‘Ben Sizi Sevdim’ şiirinde, romantik kahramanımız:
“Ben sizi sevdim: belki bu sevda / Kalbimde sönmedi, kaldı izi; / Bu bir hüzne yol açmasın asla, / Hiçbir şeyle üzmek istemem sizi. / Sessizce, ümitsizce sevdim sizi, / Çile çekerek, kıskanç ve çekingen, / Öyle candan, öyle içtenlikli, / Başkası da öyle sevsin yürekten.”
Puşkin iki sene sonra St. Petersburg’a döner ve yüreğinden bir türlü atamadığı Natalya’ya tekrar evlenme teklifi eder. Puşkin, Çar Nikolay ile görüşüp kendisinin Rus polisi tarafından eskisi kadar izlenmeyeceği sözünü alınca kızın ailesi bu evliliğe olur verir ve Natalya’nın istekli olmadığı görülse de izdivaç gerçekleşir. Altı yıl içinde dört çocukları olur. Annesi kadar güzelliğiyle ünlenen büyük kızları Maria, yıllar sonra Tolstoy’un, ‘Anna Karenina’ romanındaki kadın kahramana ilham verecektir.
Büyük ve mutlu aileye rağmen Puşkin tutkuyla bağlı olduğu eşini giderek kıskanmaya başlar. Eşinin, güzelliği ile erkeklerin ilgi odağı olmaya devam etmesi kendisini çok rahatsız etmektedir.
1837 yılının başlarında isimsiz bir mektup alır. Başlığı, ‘Boynuzlanma Sertifikası’ olan yazının içeriğinde karısıyla ilgili bir ihbar vardır. Mektubu yazan kişi; eşinin, Puşkin’i Hollanda’nın Rusya Büyükelçisi’nin evlatlık edindiği bir Fransız subayı ile aldatmakta olduğunu iddia eder. Puşkin deliye döner. Hemen subayı, Georges D’Anthes’i bulur ve kendisini düelloya davet eder. 19. yüzyılda Rusya’da çok popüler olan, Tanrı’nın haklı olanın yüzünü aklayıp, şahitler önünde haklı çıkartacağına inanılan düello teklifini D’Anthes, Puşkin’in ikinci teklifinde kabul eder. Resmi olarak yasak olmasından dolayı düello, sabahın en erken saatlerinde ve şehrin görülmeyen bir yerinde planlanır şahitlerle birlikte.
O güne kadar defalarca düelloya girmiş olan Puşkin, zaten ölümle noktalanan düelloya pek rastlanmadığı için kendinden emin bir şekilde düelloya katılır, ancak D’Anthes’in kurşunu karnına isabet eder, ağır yaralanır. Hemen arkadaşları tarafından şehrin merkezinde olan evine bir doktor eşliğinde getirilir. İki gün sonra ise hayata gözlerini yumar. Ölüm döşeğindeyken de Çar ile temasa geçer ve kendisinden ailesine sahip çıkılacağı sözünü alır.
Puşkin sadece 37 yaşında, en verimli çağında, tutkusu olduğu eşini kıskanması sonucu girdiği bir bunalım anının yarattığı düello kararının kurbanı olur. Karısı mahvolur ve doğduğu köyüne kaçar.
D’Anthes ise Çar Nikolay tarafından ordudaki görevinden atılır ve Fransa’ya döner.
‘Boynuzlanma’ hikayesinin ise gerçek bir ilişkiden öte, D’anthes ile Natalya arasında birbirleriyle olan, romantik Fransız romanları alışverişinden öteye gitmediği anlaşılır. Ancak, düelloya kadar olan sürecin Çar tarafından, halkın sevgilisi, özgürlükçü Puşkin’den kurtulmak adına çok iyi planlanmış bir komplo olduğu da ileri sürülür.
Tarih bilinmezlerle doludur. Öyle veya böyle, edebiyatın altın çocuğu Puşkin, aşkına olan takıntısını hayatıyla ödemiş olur.
Belki de tarihin en tuhaf aşk hikayesinin finalini de kendisi yazmış olur.
***
Sevgi veya aşk, ikilinin birbirlerini tamamladıkları ve hayata birlikte şeffaflık içinde güzellik ve umutla baktıkları oranda anlamını bulmakta.
Puşkin’in, St. Petersburg’da öldüğü evde, yaralıyken yattığı kanepedeki bugün bile duran belli belirsiz siyah kan lekeleri, aşkın karanlık tarafı için herkese mesaj veriyor aslında.
Aslolan yaşamaktır zira…
Birbirlerini ölümüne değil, yaşamına sevenlerin günü kutlu ve daim olsun.