Aralık ayının karanlık, soğuk ve yağışlı bir pazartesi akşamı, son dersimiz Türk Dili ve Edebiyatıydı. Öğretmenler ellerinden geleni yapsalar da günün son saatinde öğrenciler, eve çoktan gitmiş olurlar. Bizim sınıf da çoktan eve gitmişti. Bir ben kalmıştım sanki sınıfta… Ders, edebiyattı çünkü… Hiçbir zaman ders olmayan, adına ancak keyif dediğim saatlerden biriydi…
Hocamız, her zamanki zarafeti, seçkin zevki ve asil duruşuyla kapıdan içeri girip gözünün ucuyla yoklamayı aldıktan sonra, bugün size bir şeyler okuyacağım, dedi. Sonra da Alhonse Daudet’nin ‘Değirmenimden Mektuplar’ adlı öykü kitabını açtı. Fransız yazarın en sevilen eseri olan bu kitap, yazarın Alpler'in eteklerinde yer alan eski bir değirmenden yazdığı, her biri ayrı bir öyküyü anlatan mektuplardan oluşur. Öykülerde özgürlük, eşitlik ve adalet temaları işlenir. Hocamız da bu kitaptan ‘Mösyö Seguin’in Keçisi’ başlıklı öyküyü okumaya başladı. O okurken ben de ona bakıyordum. Hepimiz onu görebilelim diye, öğretmen kürsüsünün üstüne oturmuştu. Siyah deri bir etek üstüne, çağla yeşili angora bir kazak giymişti. Siyah deri çizmeli ayaklarını birbirinin üstüne atmıştı. Üstündeki tek altın takı, alyansıydı. Çünkü hep gümüş takılar takardı. Küt bir biçimde kesilmiş saçlarının bir tarafını kulağının arkasına atmış, yumuşak sesiyle öyküyü okuyordu. O, okuyordu; ben ona bakıyordum. Mösyö Seguin’in keçileri vardır, ne var ki hepsi de özgürlük peşindedir. İyi kalpli Seguin, ne yaparsa yapsın onlara yaranamaz ve keçiler birer birer kaçarak kendisini terk eder. Seguin sonunda bir yavru keçiyi alıp kendince yetiştirir, ama o da bir gün dışarının çekiciliğine dayanamayıp kaçar. Bir kurtla bütün gece kahramanca boğuştuktan sonra, o da öncekilerin kaderini paylaşır. Özgürlük fikrinin altının çizildiği bu öykü bitince sınıfa dönüp, sizce yazar burada hangi konu maddesinin üstünde duruyor, diye sormuştu. Ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Bizi, hem özgürlük gibi önemli bir konu üstünde düşündürmek istiyor hem de akşamın çöktüğü son okul saatinde, dersini daha keyifli bir hale getirmeye çalışıyordu.
Bir anda o kürsüye oturmuş kitap okuyan öğretmenin kendim olduğunu hayal ettim. İşte o andan itibaren tek isteğim, Türkoloji okumak ve öğretmen olmak oldu. Hocam, o andan itibaren benim rol modelimdi. Her şeyiyle onu örnek alacaktım. Artık, biliyordum ki öğretmen olmak, yalnızca bir konuda uzmanlaşmış olmak ve bildiklerini bilmeyenlere aktarma becerisine sahip olmaktan ibaret değildi. Öğretmen olmak, giyiminden kuşamına, ses tonuna, konuştuğu dile, anlatma becerisine kadar öğrencilere örnek olmak; onlarla mesafeyi koruyarak sonsuz bir sevgiyi paylaşmak demekti. Hem çekinilen hem de çok sevilen olmak demekti. Onlarla kavga etmeden, onları kırmadan; güzel, iyi ve doğru olandan hiçbir zaman vazgeçmeden onlara örnek olmak, onların yanında durmak demekti. Böyle bir öğretmen olmak için çalıştım ben de… Sıcak sesiyle bize edebiyatın en güzel satırlarına gizlenmiş hayatı anlatan hocamı aklımdan hiç çıkarmayarak…
Seneler geçti; onunla hiç haberleşemedim. Sonunda telefonunu bulup bu öğretmenler gününde onu aradım. Telefonu açtığında sesini duyduğum an, ayağa kalktığımı ve gözlerimin dolduğunu fark ettim. Nihayet bulmuştum hocamı! Eğer bir şeyleri başarabildiysem, sizin sayenizdedir, demek istiyordum ona.
Bugün, dedim.
Bağdat Caddesinde onunla buluşacağımız kafeye erken gidip onu özellikle beklemek istedim. Sınıfa gireceği an’ı sabırsızlıkla beklediğim öğrencilik zamanımdaki gibi… Kaldırımda bir anda; o tanıdık, modern, dik duruşlu, şık, zarif, kendine has ışığı olan, hocam beliriverdi. Göz göze geldik. O da beni tanımıştı. Hemen ayağa kalktım. Buluştuğumuz kafe, sınıf; ben öğrenci, o da sınıfa yeniden giren öğretmen olmuştu bir anda
Hatice İskenderkaptanoğlu, karşımda duruyordu. Hiç değişmemişti. Aynı asalet, aynı seçkin tavır, aynı saygınlık, aynı sıcaklık, aynı kimseye benzemeyen duruş… Güzel yanaklarından sevgiyle öptüm. Şahane bir öğleden sonra geçirdik beraber… Hayatı, geçen zamanı, araya giren otuz altı yıla sığanları, iki saate sığdırmaya çalıştık. Sığmadı… Sığar gibi görünse de sığamazdı çünkü anlatacaklarım kadar anlatamadıklarım da kalacaktı ona… Minnettarlığım, şükranlarım, iyi ki önce öğrencisi sonra da meslektaşı olmamla ilgili sayısız, sonsuz ayrıntım vardı birikmiş…
Onu bulmuş ve hiç bırakmayacak olmanın getirdiği sonsuz mutlulukla eve geldim. Oturdum ve bu yazıyı yazıyorum. Biz’i yazacağım bu haftaki yazıma, dedim hocama.
Ben eğer ben olabilmişsem bu, kimin sayesindedir, herkese anlatacağım. Sizin sayenizdedir hocam. Hayattaki en büyük mutluluklardan biri de doğru bir öğretmene rastlamış olmaktır.
Biriken ne varsa sizinle hepsini tek tek paylaşabilmek dileğimle…
Ellerinizden öpüyorum.