Midraş bizlere deniz kıyısında yuva yapan bir kuşun öyküsünü paylaşır. Okyanusun sert dalgalarından biri hızla gelerek o kuşun yuvasını bozar. Kuş müthiş öfkelenir ve okyanusa karşı kin duymaya başlar. Kuş okyanustan intikam almak için onu kumla doldurmaya karar verir ve her geliş gidişte okyanusa bir gaga dolusu kum bırakır. Elbette bu son derece saçma ve anlamsız bir harekettir çünkü kuş yıllarını bu kinle tüketse bile başarılı olma şansı yoktur.
Midraş tarafından anlatılan bu hikâye aslında karşısında eğilmeyi reddettiği için Mordehay’a kinlenen ve bu nefretle imparatorlukta yaşayan bütün Yahudileri katletmek isteyen Aman’a atıfta bulunmak amacıyla anlatır. Sadece bir Yahudi yanlış yaptı diye bütün Yahudileri cezalandırmak nasıl bir anlayışın ürünü olabilir? Bu gerçekten saçma ve akıldan uzak görünse de bunu yapanların sayısı tarihte hiç de az değildir.
Basit bir örnek verelim. Bir kişi sinagogun Rabi’sine kızabilir veya ondan rahatsız olabilir. O kişi veya kişiler bu nedenle sinagoga devam etmeyi bırakabilir. Bazen bir kişi bir işten ayrılmak zorunda kalır ve o işle ilgisi olan herkesle ilişkisini bitirir. Ya da bir kişi bir akrabasına kızar ve bu yüzden ailenin bir arada olduğu Şabat veya bayram yemeklerine gitmeyi reddeder.
Midraş arzularının yarısı elinde olarak dünyayı terk eden birinin olmadığını bizlere öğretir. İnsan bu dünyadan ebediyete intikal ederken arzularının yarısına bile ulaşamamış durumdadır. Midraş bunu destekler görünümde olan bir şey daha öğretir. Kişinin elinde yüz varsa iki yüzü, iki yüz varsa da dört yüzü istemeye meyillidir. Yani hep iki katını arzularının hedefi haline getirmektedir. Ancak bu açıklamada bariz bir sorun vardır. Her zaman elimizdekinin iki katını istiyorsak, Midraş nasıl olur da kimsenin arzularının ‘yarısına bile’ sahip olmadığımızı söyleyebilir? Midraş bunun yerine, bir kişinin bu dünyadan istediğinin yarısıyla ayrıldığını, çünkü her zaman iki kat daha fazlasını istediğini söylemelidir.
Buna cevabımız çok güçlü ve aynı zamanda anlaşılması kritik derecede önemli bir değer taşımaktadır.
Sahip olduğumuzun iki katını istiyorsak, o zaman gerçekten hiçbir şeye sahip olmamamız gerekir. İki yüz birime ihtiyacımız olduğunu hissedersek sahip olduğumuz yüz birimin dahi tadını çıkaramıyor durumda olduğumuz açıktır. Sahip olduklarımızdan memnun olmadığımızda, o zaman özünde hiçbir şeye sahip değiliz.
Aynı şey kindar ve kin ile beslenenler için de geçerlidir.
Birinin yaptığı bir şey yüzünden ona kin duyarsak, o zaman hayatımızdan zevk almamız mümkün olmaz. Aman bir baş vezir olarak isteyebileceği birçok şeye sahiptir. Ancak Mordehay’a karşı olan kini bundan mutlu olmasını engellemektedir. Megilat Ester Aman’ın kraliçe tarafından özel bir davete kral ile birlikte çağrılmasının bile kendisini mutlu etmediğini nakleder. “Bütün bunlar sarayın kapısında oturan Mordehay’ı görmeye devam ettiğim sürece bana anlamlı gelmiyor” cümlesi Aman’ın ruh halini en iyi anlatabilen ifadelerden biridir. Kırgınlığımızın ve özellikle kinimizin bizi tüketmesine izin verdiğimizde, kendimizi mutlu olma yeteneğinden mahrum bırakmış oluruz.
Hayvanlar bilindiği gibi içgüdüleriyle hareket ederler. Ancak bizlere bahşedilen çok önemli bir özellik vardır; aklımız. Bizler aklımızı kullanarak çok daha anlamlı ve mantıklı hareketlerde bulunabiliriz. Kin ve dargınlıkları devam ettirmenin hem anlamı yoktur hem de kimseye fayda sağlamaz. Birinin söylediği veya yaptığı bir şey bizi üzdüyse, onu görmezden gelecek, olayı zamanın akışına bırakacak ve çok da etkilenmeyeceğimizi gösterebilmek mümkündür.
Yosef Atsadik bu şekilde kindar kişilerin müdahalesine sıklıkla maruz kalmıştır. Kardeşlerinin kıskançlığı zamanla kine dönüşmüş ve Mısır esaretinin başlangıcı olan Yosef’in satılması gerçekleşmiştir. Mısır’da bulunduğu sürece Potifar’ın eşinin yaklaşımı ve bu yaklaşıma izin vermeyen Yosef’e karşı beslediği nefret sonunda Yosef’in hapse düşmesine neden olur. Yosef hapisten Mısır’ın iki numaralı adamı gücünde kurtulunca ne kardeşlerinden ne de Potifar’ın eşinden intikam almayı düşünmez. Çünkü o bütün bu olanların büyük bir planın bir parçası olduğunun bilincindedir.
İnsanın kalbinde bulunan kin ve nefret canlı tutulduğu sürece kişinin sadece kendisine zarar verir. Bu zararlardan en önemlisi Tanrı’nın bize verdiği nimetlerin farkına varamamak ve onlardan mutlu olamamaktır. Tarihte Aman gibi davranan birçok kişi gibi olmamak gerekir. Zor duyguların üstesinden gelmek, kinleri ortadan kaldırmak ve Tanrı’nın bize verdiği tüm harika nimetlerle mutlu bir şekilde yaşamak için gücümüzü tanıyalım ve onu hep taze tutalım.