Merkez Bankası'nın döviz kurlarını enflasyonun gerisinde tutma çabaları devam ederken 10 milyar dolar daha rezervlerden kaybettiği görülüyor. Herkesin aklında şu soru var: "Seçimlerden sonra bu politika devam edecek mi?"
Aslına bakılırsa enflasyon belasından kurtulmak için sadece dövizi tutmak ve politika faizini yükseltmek yetmiyor. Bunun yanında kamunun harcamasını reel olarak negatife indirmesi yani yavaşlaması, diğer yandan mega projelerin müteahhitlerine yapılan ödemelerin bir süre durdurulması, vergi oranlarının zaruri mal ve hizmetlerde geriye çekilmesi gerekiyor. Bunların yanına etkin piyasa denetimi de lazım tabii. Gümrük alanlarındaki haksızca alınan maliyetler perakende piyasasında üreticiyi mağdur eden ‘raf kirası’ veya ‘mezara kadar vade’ uygulamalarına sınırlamalar getirilmeli.
Geçenlerde bir canlı yayında izah ettim. Mega projeler ve dev inşaatlar yapmak, devasa binalar dikmek kolay. Bu yapıları idame ettirmek için yapılan masraflar büyük bir fire yaratıyor. Kamudan kar etmesi beklenmiyor ama verimlilik ve etkinlik bekleniyor. Belediyelerden bakanlıklara, başkanlıklardan özerk kurumlara kadar sürekli personel artışı gerektiren şekilde bir genişleme hareketi var. Dolayısıyla muazzam bir tüketim ortaya çıkıyor. Bunun enflasyonist etkisi bir yana, söz konusu harcamaları finanse etmek için vergilerin yükseltilmesi ve bankalara zorla tahvil aldırılması, fiyatlama davranışlarında bozulmayı da peşinde getiriyor. Sonra da enflasyonun yurt dışı kaynaklı olduğunu iddia ediyoruz. Halbuki kendi ellerimizle artırıyoruz.
Oldukça masraflı bir personel yönetimi var. Binalar, araçlar, yan haklar, iaşe ve temsil ödemeleri yan yana geldiğinde milyarlarca dolarlık bir fatura ortaya çıkıyor. Zaten bütçe kalemlerinde bunu görüyoruz. Ayrıca kurları serbest bırakmamak için KKM'yi icat etmemizle ortaya çıkan faturayı da unutmayalım. Bir de üzerine bize ait olan ve olmayan dövizleri rezervlerden satmanın faturasını da ekleyelim. Tüm bunlar enflasyonun neden yüksek seyrettiğini bize gösteriyor. Bu durumun üzerini örtmek için TÜİK'in sürekli hesaplama tekniğini değiştirmesi bizi bambaşka boyutlara taşıdı. Türkiye Ekonomisinin tam olarak ne durumda olduğunu bilmediğimiz için güven kalmadı. OVP'de öngörülen TÜFE'nin üzerinde yapılan ücret zamları ile, meselenin sebepleriyle değil sonuçlarıyla ilgilendiğimizi gösterdi.
Özel sektörün önemli bir kısmı da böyle. Kendi hatalarından dolayı ortaya çıkan faturayı başkalarına ödetmek istiyorlar sürekli. Bu sebeple sürekli olarak ya dış ticaret rejiminde ya da vergi uygulamalarında kendi lehlerine güzellik istiyorlar. Ellerinde fırsat var iken herkesin lehine olacak düzenlemeleri talep etmedikleri için bugün yaşadıkları ‘bumerang etkisini’ hafifletmeye çalışıyorlar. Bir milyon dolardan 100 milyon dolara çabuk ulaştıkları için dönümlerce tesis, binlerce işçi çalıştırmanın ne büyük bir liyakat istediğini daha yeni yeni anlıyorlar. Ancak sermaye birikimleri zayıf olduğundan yurt dışından borçlanma maliyetlerini düşürecek kim varsa ya da ne varsa koşulsuz destek vermek zorunda hissediyorlar.
Açıkçası şu anki ekonomi yönetimi ile eskisi arasında yöntem açısından pek az farklılık var. Yine rezervlerden satış yapılıyor, yine sade vatandaşa eziyet var. Ancak söylemler daha güzel veya azıcık daha gerçekçi diye, yurt dışından borçlanma maliyeti düşüyor diye, sesi yüksek çıkanlar ve piyasa aktörleri destek veriyor. Üzülerek söylemeliyim ki sonuç değişmeyecek. Bizler bu gelişmelere alıştığımız için her yeni duruma adapte olmaya çalışacağız.
Tüm hesaplarımızı seçimlerden sonra yükselme ihtimali olan kur ve enflasyona göre yapmalıyız. Böylelikle beklediğimiz kadar olumsuz gelişmeler olmasa bile aldığımız pozisyonlar kurumlarımıza fayda getirecektir.