“Bütün sanatların aradığı şey sihir üzerine kuruludur.” Kubilay Tunçer
Bir masanın etrafında sıralanmış 20 kadar kişiydik. Kimimiz arkadaşlıkta yılları devirmiş, arkadaştan öte kardeşe dönüşmüş. Kimi az önce tanışmış. Hep birlikte yoğun bir sohbet halindeyiz. Arkada açık mutfakta şefler harıl harıl çalışmakta. Sihir… Derken Las Vegas’tan Sydney’e birçok şehirde ve Türkiye’de sayısız gösteriler yapan, uluslararası Merlin Ödüllü dünyaca ünlü aktör, yazar, sihirbaz Kubilay Tunçer sanatını konuşturmaya başladı. Misafirlerin şaşkın ve hayran bakışları altında iskambil kartları sıraya dizildi. Sonra bir arkadaşımız verilen direktifler doğrultusunda desteden seçtiği iskambil kartının üzerini imzalayarak ağzına aldı. Kubilay Bey de farklı bir kartı aynı işlemden geçirip kendi ağzına aldı. Ağızlarında o kartlarla biraz sohbet ettikten sonra kartları çıkardılar. Şaşkınlığın tepe noktası! Arkadaşımızın ağzından çıkardığı kartın üzerinde Kubilay Bey’in imzası vardı. Kartlar yer değiştirmişti. Kahkahalar ocaktan gelen kokulara karıştı.
Kubilay Tunçer el çabukluğu, izleyicinin dikkatini başka yöne yöneltme, manipülasyon gibi farklı sihir ve illüzyon tekniklerini kullanarak sihrini konuşturmuştu sevgili Selda Güleç’in İmalathanesinde. Sofradaki şarap kadehinin ayağına bir kurdele bağlayarak kadehi yukarıdan sarkıttıktan sonra döndü ve sordu bizlere: “Bu kurdeleyi keseceğim ve bardak yer çekimine rağmen düşmeyecek, havada asılı kalacak. Ne dersiniz? Nasıl yaparsınız?” Sordu ve izleyiciyi sihirbaz gibi düşünmeye davet etti.
İllüzyonu, sihri, büyüyü düşündük bir kere daha. ‘Abra Kadabra’ diyordu Kubilay Tunçer. Sözün değerine atfeden bu eski İbranice cümleyi hatırlatıyordu bizlere. “Abra Kadabra, konuştukça yaratıyorum.” Konuştukça, düşündükçe, yaşadıkça yaratıyorduk. Yaşamı yaratıyorduk. Yaşadığımız anı. Andan algıladıklarımızı, farkındalıklarımızı yaratıyorduk. Konuştukça, düşündükçe, sözümüzün üstünden gelişiyordu yaşam. Bir olaya sinirlendiğimiz an yaşamımızda bir şeyler ters gitmeye başlıyordu. Olanı olduğu gibi kabul ettiğimizde hayat daha akışkan ve daha huzurlu geçebiliyordu. Oysa olan aynıydı. Bizim olaya bakışımız yaşamımızı belirliyordu.
Belki de yaşamın sırrı bu kadar basitti. Belki de iyi yaşamın sırrı sihirdi.
Belki de her nefes bir sihirdi. Mutfakta pişen her yemek -hele de aşkla pişip muhabbetle tüketiliyorsa- bir sihirdi. Mesela Barok çağın önemli ressamlarından birinin eserini, yemeğe başlamadan canlandırmak bir sihirdi. Sanatçının çaldığı müzik bir sihirdi. Bir süre sonra o sihrin içinde dolaşmaya başlıyordu insan. Arkadaşlık, üretilen her bir iş, değerlendirilen her an bir sihirdi…
Sevmek sihirdi, sevmek, sarılmak, nefes almak. Olmaktı belki de sihir. Sadece her ne isen o olmak. Susamı anlattı sonra Selda Güleç bize. Ailesinden aldığı atalık tohumu serptiği tarlasında nasıl sulamaya bile ihtiyaç olmadan serpildiğini susamın “sadece toprağın tavında olması yeterli” diyerek. Belki de buydu sihir: toprağın tavı, insanın ruhu.
Belki de hayatın kendisi bir sihirdi. Fark edebildiğimizce içinde yoğrulduğumuz, yoğruldukça lezzetlendiğimiz, lezzetlendikçe rayihamızı çevremize yaydığımız dalga dalga büyüyen ve büyüdükçe bütünleşen bir sihir. Ya da belki de -kim bilir- bizler, her birimiz, hepimiz bir sihirdik. Yaşamı önceleyen bir sihir…
Sahi siz değerli okurum nefesinizi, ruhunuzu besleyen sihirleri fark edebilir misiniz dönüp de gününüze baksanız?
Meraklısına not:
1) Merlin Ödülü sadece ulusal ve enternasyonal sahnelerde, sanatında en üst seviyeye ulaşmış sihirbazlara takdim edilir. Ödül verilirken değerlendiren kriterler yetenek, şovmenlik, orjinallik, beceriler ve herşeyden önemlisi nadir bulunan her koşulda eğlendirebilme becerisidir.
2) Kubilay Tunçer’in şarap kadehi, kurdele ve yer çekimi bilmecesinin doğru cevabını ilk veren okuruma yeni yayınlanan ‘Ayrık Otunun İçsel Yolculuğu’ kitabımı imzalı hediye edeceğim. Yapmanız gereken aşağıdaki ‘yorum’ sekmesine cevabınızı yazmak.