TC Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay’ın birkaç hafta önce yapılan bir sunumda mevcut ekonomik durumu özetleyen aşağıdaki sözleri oldukça ses getirdi:
“Ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti - mevduat faizi linki kopmuş;
Politika faizi – enflasyon linki kopmuş;
Faiz - kur linki kopmuş;
Biz yedi aydır bu kopan linkleri tekrar ihdas ediyoruz.”
Gerçekten de son iki senedir enflasyon - faiz - kur üçgenindeki linklerin kopmasıyla başlayan dengesizlikler -henüz hissedilemeyen- bir azalma eğiliminde olsa dahi, devam etmekte.
Linklerin kopmuş olduğu yerlerin başında konut fiyatları geliyor. Eskiden gayrimenkul fiyatları dolar bazında takip edilir idi; 2018’de dolar düşünmenin yasaklanmasından sonra ilanlarda TL’ye dönüldü. Şimdi ise dolar bazında bakmak iyice anlamsızlaştı. Merkez Bankası’nın yayınladığı Konut Fiyat Endeksi 2021 sonunda 247 iken 2023 sonunda 1163 seviyesine ulaştı. Buna mukabil, aynı dönemde dolar kuru 13,33’ten 29,44’e arttı. İki senede konut fiyat endeksi yüzde 370 artmış iken dolar kurunun artışı yüzde 121 oldu. Garip ama gerçek, konut fiyatları 2021-23 arasındaki iki senede dolar bazında anlamsız bir şekilde artmış oldu. Yükselen konut fiyatları kiraları da yükseltiyor, yükselen kiralar enflasyonu azdırıyor.
Linklerin kopmasıyla riske giren bir diğer konu maliyeti TL satış fiyatı dövize bağlı olan firmalar. Turizmden tekstile, Türkiye’nin kendine özgü, ağırlıklı küçük ve orta ölçekli işletmelerden (KOBİ) oluşan bir üretim ve girişim profili var. KOBİ’ler sayıca Türkiye’deki girişimlerin yüzde 99,7’sini, istihdamın yüzde 70,6’sını, üretimin değerinin ise yüzde 36’sını oluşturuyor[1]. Bu firmalar ihracat pazarlarında, ya Çin’deki gibi devasa yatırımlar yapmış veya teknoloji üreten firmalar ile ya da Uzakdoğu’da halen ucuz işçilik ile üretim yapabilen firmalar ile rekabet etmeye çalışıyorlar. Asgari ücret 2021’deki 318 dolar seviyesinde iken şimdi 550 dolara çıkmış durumda. Türkiye artık yabancılara dahi pahalı gelmeye başladı.
Enflasyon beklentileri kendini besleyen bir sisteme geçti. Buna enflasyon ataleti deniyor. Faizler artmış olsa da enflasyonun önümüzdeki dönemde de yüksek seyredeceğine dair beklentilerde değişiklik yok. Cevdet Hoca’nın yedi aydır düzeltmeye çalışıyoruz dediği faizlerin arttırılması ile enflasyonun düşeceği beklentisi arasındaki bağ. Keza, konut fiyatları hep arttığı için artmaya devam edecek beklentisi de sürüyor. Yakın zamanda el değiştiren konut sayılarında azalma görülse de negatif reel faiz ortamı gayrimenkul piyasasını olması gerekenden daha canlı tutuyor. Faizler biraz daha artar ise gayrimenkul fiyatlarında anlamlı düşüşler beklenebilir. Faizler ile konut fiyatları arasındaki link henüz ihdas olmamış durumda.
Kopmuş olan linklerden bir diğeri özel okul fiyatları. Son iki senede özel okullara empoze edilen yüzde 36,7 ve yüzde 65 zam sınırı özel okulların maliyet artışlarını fiyatlarına yansıtmalarına engel oldu. Bir anlamda, gerçekle yüzleşmeyi geciktirdi. Ne var ki, okullar öğretmenlerine devletin asgari ücrete ve öğretmen maaşlarına yaptığı kadar zamlar verdiler. Servis ücretleri, yemek ücretleri öğretmenlere verilen ücret artışlarından daha da yüksek oranlarda arttı. Şimdi özel okullar gelecek sene için ücret seviyelerini açıkladılar ve veliler perişan. Gelecek sene için ilan edilen özel okul ücretlerindeki artışlara dolar bazında hatta TUIK’in enflasyonu bazında bakınca artışın gerekçelerini anlamak zor oluyor.
Ekonomi bir ‘çoklu dengeler sistemi’. İşgücü, mal, hizmet ve para piyasalarını bir arada dengede tutan beklentilerdir. Beklentiyi şekillendiren ise istikrar ve öngörülebilirlik. Tek bir dengenin kısa vadeli olarak bozulması geneli etkilemiyor. Ancak, dengeler kalıcı bir şekilde bozulduğu zaman dalga dalga birçok denge birden bozulmaya başlıyor. Örneğin, Kızıl Deniz’deki problemlerden dolayı navlun fiyatlarının artması dünyanın sonu değil. Ama COVID gibi bir olay gerçekleştiğinde tüm dengelerin nasıl zincirleme bozulduğunu hatırlıyoruz. Türkiye ekonomisi ile ilgili yüksek ve kalıcı enflasyon beklentisi halen tüm piyasalarda birbirini besleyen olumsuzlukları tetikliyor. Kurun bilinçli olarak baskılanıp baskılanmadığını bilmiyoruz. Ancak, son iki senede fiyatların (ve maliyetlerin) dolar bazında ciddi artışlar gösteriyor olmasının Türkiye gibi dışa çok açık bir ekonomi için uzun vadeli sonuçlarının olumlu olacağını söylemek zor.
Döviz kazandırmaya çalışan KOBİ’lerin fiyat tutturabilme mücadelesinden, konut fiyatları ve kiralardaki artış karşısında çaresiz kalan ücretlilerin mücadelesinden, iyi bir eğitim alabilmek için özel okullara para yetiştirmeye çalışan anne ve babaların hezeyanından ekonominin hemen her alanında linklerin kopmuş olduğu açıkça görülebiliyor.
Umudumuz bu linklerin tamirinin uzun yıllar almaması yönünde.
[1] KOSGEB’e göre 250’den az kişiyi istihdam eden ve 500 milyon TL’den az ciro yapan kuruluşlar KOBİ olarak tanımlanıyor. (Kaynak: kosgeb.gov.tr)