“Müzik1 dediğimiz şeyi duyduğumda, bana sanki birisi kendi duygularından ya da ilişkilere dair fikirlerinden bahsediyormuş gibi geliyor. Trafiğin sesini duyduğumda ise kimsenin konuştuğu hissine kapılmıyorum. Trafik sesini duyduğumda, sesin hareket ettiği hissine kapılıyorum ve sesin bu hareketini seviyorum. Bunun hareketin anlamı sesin, giderek daha sessizleşmesi, yükseldikçe alçalması ve uzadıkça kısalmasıdır. Müzikte olduğu gibi sesin benimle konuşmaya ihtiyaç duymadığım her şeyi yapıyor ki duyduğum bu şey beni tamamen tatmin ediyor. Zaman ve mekân arasında pek bir fark görmüyoruz. Birinin nerede başlayıp diğerinin nerede bittiğini bilmiyoruz. Yani çoğu sanat eserinin zamanda olduğunu düşünüyoruz, çoğu sanat eserinin de mekânda olduğunu düşünüyoruz. Mesela, kübizm, dada ve kavramsallık sanat akımlarının temsilcisi ünlü ressam ve heykeltıraş Marcel Duchamp zamanı düşünmeye başladığında, müziği bir zaman sanatı değil, bir uzay sanatı olarak düşünmeye başladı. Ve bunu ‘Heykel Müzikali’ olarak adlandırdığı bir heykelle ortaya koydu. Bu heykelin adı ‘Sonarus’ oldu. Farklı yerlerden gelip kalıcı olan farklı sesler anlamına gelen ‘Sonarus’ insanların, sesleri dinlemekten daha fazlasını beklediği ve bu nedenle bazen içsel dünyayı dinlemekten ve daha sonra içsel dünyayı dinlemenin anlamından söz eder. Ses ve müzik hakkında konuştuğum zaman, insanların aklına içsel olmayan ve hiçbir şey ifade etmeyen, sadece dışsal olan sesten bahsettiğim geliyor ve böyle algılayan dinleyiciler peki bunlar sadece anlamı olmayan sesler mi o zaman? diye sorguluyorlar. Duyulan şeylerin anlamı olmayan sesler olarak algılanmasının olmasının faydasız olduğunu düşünüyorum. Ben sesleri oldukları gibi seviyorum. Onların olduklarından çıkıp başka bir şeyi anlatmak için başkalaştırmalarına ihtiyacım yok; herhangi bir psikolojik bir yapıya sokulmalarını, bir hurda yığınına çevrilmelerini ya da bir başkanı anlatmaya çalışmasını veya başka bir sese âşık olduğunu anlatmasını istemiyorum. Sadece oldukları gibi bir ses olmasını istiyorum ve bunu da aptallık veya gelişmemişlik olarak görmüyorum. Emmanuel Kant adında çok iyi tanınan bir Alman filozof vardı ve o, hiçbir anlam ifade etmemesi gereken iki şey olduğunu söyledi; birisi müzik, diğeri ise kahkaha. Her ikisinin de bize çok derin bir haz vermesi için herhangi bir anlam taşımasına gerek yok, zaten oldukları gibi dolduğunda yeterince haz verirleri. Anlam verilmeye çalışılan seslere/müziklere tercih ettiğim ses deneyimi, artık dünyanın hemen her yerinde olan sessizlik ve sessizlik deneyimidir. Beethoven'ı ya da Mozart'ı dinlerseniz hep aynı olduklarını görürsünüz. Ancak trafiği dinlerseniz her zaman farklı olduğunu görürsünüz.”
***
Yukarıdaki sözler, seslere kurduğu ilişkilerle yeni bir müzik sistemi yaratmasıyla çektiği dikkatle müzikte çığır açarak müzik tarihine ismini kazıyan John Cage’e ait. Seslerin oldukları gibi algılanmasının altını çizerek seslere çektiği dikkatle ve müziğe hem bu sebeple ve hem de diğer sanat dallarıyla kurduğu deneyimsel ilişkiyle olan yaklaşımı ile beni çok etkiliyor. Seslere verdiği önemle bir müzik terapisti olarak ve sağlam bir klasik müziği temeli olmasına rağmen bu yapıdan sadeleşip özgürleşmeyi seçerek seslerin yalın hakikatine ulaşma çabası ile de bir müzisyen olarak.
Dindar ve aynı zamanda müzisyen bir aileden gelen John Cage’in müziğe yeteneği erken yaşında keşfedilir ve piyano derslerine başlar. Müzik konusunda iyi eğitimi olan teyzesi Cage’in müzik eğitimini üstlenir. Cage’e Klasik Batı Müziğinin izlenmesi gereken, Barok dönemden başlanarak günümüze kadar gelen repertuarı ile değil doğrudan 19. yüzyıl müziğini öğreterek başlar. Müziği sever ama bir meslek olarak düşünmez önce. İlahiyat okuyarak dinde kalmayı ister. Daha sonra fikri ve yönü değişerek müzikte çığır açan bir besteci olarak yerini alır. Üstelik Schönberg ve Stravinsky gibi dev isimlerin öğrencisi olarak, onlara rağmen kendi anlayışını özgürce savunarak…
Tek bir yazıya sığamayacak kadar kapsayıcı bu önemli besteciyi bir dizisinde ele alacağım. Yaşam öyküsü, yürüdüğü yollar, Schönberg ve Stravinsky’nin yaşam öyküleri ve müziğe kattıkları, Cage’in fikirleri, yazıları, yani Cage’e dair bildiğim her şeyi.
“Sessizlikle2 müziğin,
sanatla yaşamın,
karla güneşin arasında
bir adam duruyor.
O adam John Cage
(aradaki hiçliğe adamış kendini). “
Octavio Paz, Reading John Cage
-----
1) “John Cage About Silence Röportajı” 4 Şubat 1991 / Youtube https://www.youtube.com/watch?v=pcHnL7aS64Y
2) John Cage Seçme Yazılar, Semih Fırıncıoğlu