Yazılarımı okuyanlar bilir, arada geçmişe dönüp bakma huyum vardır. Belki de tarih tahsili aldığımdandır…
Seçim zamanı yaklaşırken yine rahmetli dedem, eski bakan ve milletvekili, gazeteci ve hukukçu Cemil Sait Barlas’ın sahibi olduğu Pazar Postası arşivini karıştırırken buldum kendimi…
Zeytindağı (1932) eserinin yazarı İstiklâl Madalyası sahibi, yazar ve gazeteci, Milletvekili Falih Rıfkı Atay’ın yazısı beni çok etkiledi.
Büyük Usta’nın yazısı üzerine diyecek söz yok…
Zeka zamansız sahiden… Buyurunuz…
***
Pazar Postası
Ankara
25 Şubat 1951
Falih Rıfkı Atay
Dikta
Büyük halk yığınlarının rejimler üzerine bir tek anlayışı vardır: iyi idare olunmak! Halk için iyi idare demek, en başta can, mal ve hak güvenliği demektir. İyi geçim demektir. Bugün için neşeli, yarın için ümitli olmak demektir.
Güvenliğin, geçimin neşe ve ümidin daima daha sağlamını, daha ferahlısını ve daha fazlasını arar. Durgunluğu sevmez. Yeni vaatlere can kulağını verir. Meclissiz dikta rejimlerinde yeni bir adam, tek meclisli rejimlerde yeni bir seçim, hürriyet rejimlerinde yeni bir iktidar onu, daha iyiye doğru değiştirmek ihtimali ile sevindirir.
Tabii gelişme ve ilerleme şartları devam ettikçe, hiçbir rejim için tehlike belirmez. Cemiyette her vakit aşırı ve aykırı ideolojiler peşinde hırslananlar ve ateşlenenler vardır. Fakat halk yumurtlayan tavuğunu kimsenin keyfi için boğazlamaz.
Her türlü rejimler için tehlike içinden çıkılmaza benzeyen iç ve dış buhranlardır. Bu buhranlar taçları uçurur, diktatörlerin küllerini havaya savurur, demokrasileri bütün partileri ile, liderleri ile, anayasaları ile bir baskında veya birkaç sokak kavgasında temellerine kadar göçürür. Napolyon, halka kendini aratan ve bulduran sebebi bir yazısında kısaca şu beş kelime ile anlatmıştır: “artık idare olunamadığına kanaat getirmek”.
Halk idare olunamadığına inandı mı rejimler, daha iyi idare olunacağını sandı mı iktidarlar değişir. İkincisi tehlikesizdir. Bir vezir gider, bir başkası gelir. Bir meclis gider, başkası gelir. Bir parti gider, başkası gelir. Fakat birincisinde yıkılanın yerine ne geleceği de belli olmaz. Bazen sadece anarşi ve onun arkasından da dağılıp batmaya kadar bin bir facia gelir.
Bu pek belli şeyleri tekrarlamaktan maksadım ne?
Oldum olası gazetecilik mesleğinde kaldığım için kimse benim bir “kendimi susturma” rejimi aradığımı, bunun için de durmaksızın demokrasi iktidarını tenkit ettiğimi söyleyemez. Bilakis benim mesleğim, geçimim, nem var nem yoksa demokratik rejimin sağlam kök salmasına iyi tutunmasına ve normalleşmesine bağlıdır. Halbuki ne tarafa dönsem, hangi gruptan fikri yeten ve aklı erenle konuşsam şüphe içindedir. Demokrasi rejiminin iflas ettiği gibi bir kanaat, Tanrıya bin şükür, yol almış değildir. Fakat her vatandaşın yüreğinde bir “acaba” burgusu vardır.
Bu burguyu nasıl sökmeli?
1946 demokrasisini,1908 Meşrutiyetinin buhranlarından nasıl korumalı?
Mustafa Kemal, halka kurduğu nizam içinde kurtulabileceği inanışını vermekle rejimini tutturabilmiştir. Halkın kurtulmaya devam etmek fikrinden vazgeçtiği söylenemez. Halk, kurtuluşunun hürriyet şartları içinde daha iyi, daha teminatlı olacağını sanmıştır. Bu sanışı nasıl edip de inanış haline getirmeli?
Halka başına ne gelirse iyi idare olunmamaktan geldiği fikrini aydınlar yayar. Aydınlar, en küçük bucaktaki en küçük memurdan ve ilkokul hocasından başlayarak, basamak basamak en yüksek hizmet makamlarına doğru çıkar.
Yeni iktidar bu memlekette yeniden bir eski ve yeni nizam kavgası açmıştır. Memleketi yeniden tarihe gömülen ve kımıldamaması için ancak hortlatılması gereken irtica tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. İçtimai ve iktisadi davaların anlayışında bizzat geniş halk yığınlarının menfaatine aykırı ve geri bir yola sapmıştır. Başarmayı ve itibarlanmayı müspet işlerde değil, menfi didişmelerde aramıştır.
İlk demokrasi iktidarının, ümitleri boşa çıkarmasından, eski bir demokraside olduğu gibi, yalnız hükûmet partisi kaybedip başka partiler kazanmaz. Demokrasinin kendisi kaybeder.
Demokrat Parti iktidarı tavizci yerine inkılapçı, içtimai ve iktisadi politikasında oligarşik olmak yerine halkçı karakter bağlamadıkça ve böylece muhalefetle kendi arasında sadece gündelik işlere dair tenkitler sınırını aşan amansız çarpışmaların haklı sebeplerini ortadan kaldırmadıkça, yeni Türkiye tarihindeki vazifesine hıyanet etmiş olur.