Yahudilerin, Asurlular tarafından işgal edildiği bir dönemde dul kalan, korkusuz ve güzel Judith, halkını bu işgalden kurtarabilmek için oldukça tehlikeli bir plan tasarlar. Judith, halkına ihanet ediyor gibi görünerek ve yanına sadık hizmetçisi Abra'yı da alarak, Asurluların kampına sızar ve planını yürürlüğe koyar. Halkına dair bilgiler verme vaadiyle kandırarak Asur generali Holofernes'e yakınlaşır. Judith, Holofernes'in sarhoş olduğu bir ziyafet gecesinin sonunda, onu çadırında gafil avlar ve oracıkta başını kesiverir. Elinde generalin başının yer aldığı bir torbayla kamptan ayrılan Judith, tüm Asurlulara korku salar ve böylelikle kaçıp gitmelerini sağlar. Bu olay, halkını işgalcilerin elinden kurtaran Judith'in ve zaferinin sembolü olarak aktarılmaktadır.
Emma Goldman kendini işçi hareketine ve dünyayı değiştirmeye adadı. Kadınların, eşcinsellerin, işçilerin özgür ve güvende olacağı bir dünya tahayyülünü devrimci anarşist söylemleriyle dile getiriyor, baskıcı tüm kurumları reddediyordu. Dünya Sanayi İşçileri Birliği ve diğer işçi örgütleriyle birlikte Amerikan kapitalizmine karşı mücadele verirken aile, devlet ve kilise gibi kurumları çok sert şekilde eleştiriyor, kişisel özgürlüklerin değerini anlatmaya çalışıyordu. Diğer yandan şehir şehir kitle mitingleri ve toplantılar düzenleyip ‘Milliyetçilik, savaş, anti-militarizm, burjuva demokrasisi ve seçimler, ahlakın kurbanları, kadın ticareti, doğum kontrolü, eşcinsellik, modern tiyatro’ gibi konuları tartışıyor, sunduğu anarşist bakış açısı ile yüzlerce kişiyi ve o günlerin Amerika’sını sarsıyordu. Her türlü sömürüyü reva gören kapitalist sistemin Holofernes’ten farkı var mıdır? Lakin Emma Judith’liğinden ömrünce vazgeçmez ve FBI Başkanı J.Edgar Hoover tarafından Amerika’nın en tehlikeli kadını ilan edilir. Bugün halen şu sözlerle hatırlanır: “Gerçek bir toplumsal değişim asla devrim olmadan gerçekleşmemiştir… Devrim, düşüncelerin aksiyona geçmiş halidir.”
Savaş karşıtı, kadın ve siyah hakları savunucusu, avukat ve temsilciler meclisi üyesi, yaşamı boyunca mücadeleyi bırakmayan bir kadın: Bella Savitzky Abzug. Sözde halk temsilcilerinin taviz vermiş, teslim olmuş ve kendi çıkarları için halkı göz ardı eden sözde ilerici tavırlarına yönelik açık eleştirileri temsilcileri rahatsız etmekteydi. Meslektaşları ve düşmanları Bella'nın tarzını, görünüşünü ve kişiliğini eleştirerek karşılık verdi; medya sık sık Bella ve faaliyetleri hakkında sansasyonel haberler yaptı, karikatürler çizildi. Büyük şapkaları, güçlü, yüksek sesle konuşması ve açık sözlülüğü genellikle alay konusu oldu. Arkadaşı Geraldine Ferraro, Bella'yı anma töreninde, “Dürüst olmak gerekirse, kibarca kapıyı çalmadı; onu menteşelerinden söktü!” demişti.
Hitler ve Nazi Almanya’sı, 1939 Eylül’ünde Polonya'yı işgal etti. Bu işgalin ardından bütün bir Avrupa savaşın en ağır bedelini ödeyecek, milyonlarca insan yollarda, kamplarda, gaz odalarında, evlerinde, sokakta, savaş meydanlarında ölecekti... O zamanlar, 22 yaşındaki Franceska, Melody Palace Gece Kulübünde dansçıydı ve ülkesinde tanınıyordu. Oldukça yüksek bir statüde olması onu Yahudi olduğu gerçeğinden kurtaramayacaktı. Franceska da o gaz odalarındaydı. Muhafızların dikkatini dağıtmak için dans etme yeteneğini kullanarak bir kaçış yolu aramaya başlamıştı. Böyle ölmeyecekti! Franceska dans ederken topuklu ayakkabılarından birini çıkardı ve Schillinger adlı bir subayın yüzüne çarptı. Sonrasında Schillinger’in silahını ele geçirdi; iki kez Schillinger'a, daha sonra da subay Emmerich'e doğru ateşledi. Diğer kadınlar Franceska’dan ilham aldı ve gardiyanlara saldırmaya başladılar. Öyle ki kadınların bu şiddetli darbeleri bir subayın burnunu kırmaya, diğerinin ise kafa derisini yırtmaya yetmişti. Auschwitz’de hayatını kaybeden bir balerindi. Ancak 26 yaşında gaz odalarına götürülmeden önce bir SS subayını öldürerek, ‘Nazi öldüren balerin’ olarak bilindi. Franceska Mann’dan bize kalan sözü ise “Ne yazık ki, hiçbir şey hayatta kalamaz” idi.
Hannah Senesh, Holokost sırasında Macaristan’dan Yahudileri tahliye etmeye çalışan bir şairdi; o dönem Filistin’deki diğer genç Yahudilerin yanında Macaristan’a paraşütle girmek için gönüllü oldu. Macar sınırında Naziler tarafından ele geçirildi, tutuklandı ve kurşuna dizildi. Yine de hiçbir zaman Nazilerin işkencesine boyun eğmedi. Kurşuna dizilirken gözlerinin bağlanmasını reddetti ve katilin tam gözünün içine bakarak öldürüldü. Bizlere şu sözleri miras bıraktı: “Bazı yıldızlar vardır; sönmüş olmasına rağmen parlaklığı yeryüzünden görünür. Bazı insanlar vardır, artık yaşamasalar da dehaları dünyayı aydınlatmaya devam eder. Ve bu ışıklar özellikle gecenin karanlığında parlarlar. İnsanlığın yolunu aydınlatırlar.”
8 Mart Dünya Kadın Hakları Günü yaklaşırken Yahudi tarihinden daha az bilinen kadınlarımızı, Şalom Gazetesi’nin geçmiş araştırmalardan da derleyerek sunmak istedim. Burada adını geçirmediğim ama hepimizin yakından bildiği daha birçok kadın bilimden, sanata, siyasetten, hukuka yolumuzu aydınlatmakta… Golda Meir, Hannah Arendt ve daha birçoğu bu makaleye sığmayacak kadar hikayenin ve tartışmanın konusu olabilir.
Yerel seçimler yaklaşırken, yine erkek hegemonyasında göstermelik kadın adaylı partileri gördüğümde veya aylardır çözülemeyen dünyayı bir çıkmaza sürükleyen siyasi sorunlarda yine aynı erkeklerin geleceğimize karar verdiğini dehşetle izlediğimde yazdığım kadın kahramanları bir kez daha anıyorum.
Bu dünyayı kadınlar güzelleştirecek…
Tarihe başkaldıran Yahudi kadınları geçmişte olduğu gibi geleceğimizde de bizlere umut verecek…
Dünya Kadın Hakları Günü kutlu olsun….