Birkaç senedir ana cadde yerine ara sokaklardan gitmeyi tercih ediyorum. Başlıca nedeni gürültü ve sabırsızlık simgesine dönüşen klakson sesleri. Cadde daha yapay, insanlar otomatiğe bağlanmışçasına yaşıyor. Öte yanda ara sokaklar daha ilginç; yüzler nispeten daha az somurtkan. Şimdilerde ilaveten caddelerde megafondan bangır bangır yükselen seçim arabalarının uğultulu sesi yayaları daha da yoruyor. Bir vakitler kamyonla satış yapan ‘patates-soğan’ların bağırtısını özler oldum.
Yaşamın bir kısmı yollarda geçiyor. Hem mecazi, hem fiziki anlamda. Yıllar geçip deneyimleriniz biriktikçe sorunların genelde ya yokluktan ya da çokluktan kaynaklandığını anlıyorsunuz. Atılan adımlar, kullanılan üslup amaca ulaşmakta en büyük etken. Özellikle de hedefinizi ‘yazı yoluyla’ belirliyorsanız… Her istediğinizi söyleyebilir ya da yazabilirsiniz. Ancak hatalı bir üslup düşünce doğru olsa da etkisini azaltıyor.
***
Son zamanların en ‘in’ öğretisi “an’ı yaşa, bırak üstünden akıp gitsin…” Her yenilik beraberinde bir iyilik getirir. Yine de kendi mizacıma göre biraz eksik yönleri var. Uygulamak için ya daha ‘ben-cil’ olmayı öğrenmek ya da Nirvana’ya ulaşmak gerek. Her ne kadar uzun süredir meditasyon yapıyorsam da söz konusu iki unsur ‘ben-de’ yok.
Bazen anlamını bilseniz de doğru zamanda söylenen bir cümle sizi sarsar kendinize getirir. Geçenlerde sıkıldığım bir olayı çok değer verdiğim bir arkadaşımla paylaşıyordum. Mardinlilerin “kendine iyi bak” yerine kullandıkları bir cümle; “Sen sana emanet - Sen sana iyi bak…” ‘an’ı yakalamaktan daha uzun vadeli bir öğreti gibi geldi.
***
Yeni bebeği olan genç komşum, “Bir bakıyorum pazartesi, bir bakıyorum hafta bitmiş. Yetişmek imkânsız” diye hayıflandı. Ben de bir bakıyorum şubat, bir bakıyorum mart gelmiş. Nesiller arası zaman kavramı böyle bir olgu.
Zaman gelecek, gidecek elbette. Yeter ki arada yaşananlar lehimize işlesin. Beynimizin her yaşta geliştirilebileceğine inanalım.
Cemrenin soğuk kış günlerinin ardından havayı, suyu ve toprağı ısıttığı söylenir. Üçüncü cemre 6 Mart’ta toprağa düştü. Gerçi değişen iklimlerle pek kış yaşamadık. Ağaçlar erkenden tomurcuklandı. Baharla birlikte 23 Mart’ta Purim’i, 31 Mart belediye seçimleri, arife öncesi (9 Nisan) hafta sonu da içine katıldığında dokuz günlük Ramazan Bayramı tatili ve 22 Nisan’da Pesah’ı güzellikler dileyerek yaşayacağız. Ardından yaz ayları çook sıcak geçecek gibi gözüküyor. Neyse biz ‘an’ı yaşamaya çalışalım, gerisi nasılsa üstümüzden akıp gider.
***
Purim en sevdiğim bayramlardan biridir. Neşedir, özgürlüktür. Aileyi bir araya getirir. Çocuklara eğlence, hediye heyecanıdır. Eskilerde beyaz kumaş mendil içine konan birkaç madeni para en değerli armağandı. Şimdilerde ne kumaş mendil kaldı, ne de madeni para… Yine de küçükleri sevindirecek bir hediye verme âdeti devam ediyor. Sadece bir İstanbul geleneği olan ‘mavlaç’ (kırmızı beyaz renkte şekerlemeler) artık çoğu pastanelerde bulunmasa da kimi kurumlardan alınabiliyor.
‘Mişloah Manot’ Purim’de gerçekleştirdiğimiz bir ‘mitsva’. Amaç sevinirken sevindirmek, akranlar arasında sevgi ve birlikteliği güçlendirmektir. Purim günü kısıtlı olanakları olan en az iki kişiye birer çeşit yiyecek verilmesi değerlerimiz arasındadır.
Hag Purim Sameah.
Sağlıkla kalın.