Yazılarımın adı üstünde kahve molası tadında olmasını istediğim için, bu köşede her zaman iki konudan elimden geldiğince sakınmaya çalıştım. Din ve siyaset. Dinlerin her zaman kişiyle Tanrı arasında olması gerektiğini, benim ve insanların özgürlüğünü kısıtlamadığı sürece her dine ve gerçek dindar insanlara her zaman saygı duydum. Benim inancımın derecesini, oruç tutup tutmadığımı, sinagoga gidip gitmediğimi sorgulayanları ise çocukluğumdan beri ciddiye almadım. Benim için hiçbir zaman din konusunda yasama ve yargı olamaz. Din konusunu yıllar önce sevdiklerimle tartışmamaya karar verdim.
***
Politik görüşlerin de gün geldiğinde en yakın arkadaşların arasında bile gerilim ve küslük yaratabileceğini, sadece ülkemizde değil, yurtdışında yaşadığım senelerde bile farklı bir görüşe sahip olduğunuzda, en yakınlarınızdakilerin bile sizi ‘düşman’ ya da en azından ‘öteki’ gibi görebileceğini gözlemledim. Birkaç ‘arkadaşça’ siyasi tartışmanın ardından, dostlarımla da mümkün olduğunca politika konuşmama kararı aldım. Aynı aileden bile farklı düşüncelere sahip ve farklı siyasi partilere oy veren kişilere rastlamak artık normal. Siyaseti hiçbir zaman takım tutar gibi düşünmedim. Genel ve yerel seçimlerde farklı partilere oy vermişliğim de oldu. Kendi değerlerim, oy kullanılan sene, bölge ve kişi bazında değerlendirmeye gayret ettim. Köşemi de bu iki konudan hep uzak tuttum. Hem siyaset konusunda çok daha bilgili ve uzman yazarlarımız olduğundan, hem de bu konuyu çevremle ve okurlarla tartışmak istemediğimden… En fazla yazdığım ve yazacağım, insanları geleceklerine yön vermek istiyorlarsa oy vermeye teşvik etmek oldu.
***
17 Mart’taki Trabzonspor – Fenerbahçe maçındaki saldırı gerçekleşmeden birkaç gün önce, biri Galatasaray biri de Fenerbahçe taraftarı olan eğitimli, kültürlü ve kariyerlerinde çok başarılı iki arkadaşımın, bir Whatsapp grubu üzerinde başlayan şakayla karışık atışmasının büyüyüp, kırıcı olma seviyesine geldikleri anda, -ben zaten futboldan anlamam ama- arkadaş ortamında futboldan da konuşmama kararı aldım. Futbol fanatikliği maalesef ülkemizde eğitim seviyesi ile doğru orantılı gitmiyor. Futbol taraftarı olmak, hem evde hem de deplasmanda takımının yanında olmak çok güzel ancak kazanmak kadar mağlup olmayı da öğrenmek gerekiyor. 17 Mart’ta Fenerbahçe’nin Trabzonspor’u 3-2 mağlup etmesinin ardından, Trabzonspor taraftarının sahaya girmesi, Fenerbahçeli sporculara saldırmaya çalışması, Fenerbahçelilerin güvenliklerle tünellerden geçerek sahadan ayrılması, 2024 yılı için tek kelimeyle utanç verici. Bu inanılmaz olay “Türkiye Ligi’nde inanılmaz şiddet sahneleri” kıvamında çeşitli yabancı basında sabah olmadan yerini aldı. Mağlubiyetlerin ardından saldırı meyli olan hiçbir taraftar, futbol veya başka bir spor dalını canlı seyretmeyi hak etmiyor. Ne futbolumuza, ne sporcumuza, ne taraftarımıza, ne de Cumhuriyetimizin 100. yılına hiç yakışmadı. Biz en iyisi uzun bir süre, futbol da konuşmayalım…