Ağaçları tanıyor musunuz?
Yapraklarının renginden, gövdesinin dokusundan, boyundan posundan, hatta kokusundan biliyor musunuz onları?
Ağaçları bilmek, insanları bilmek gibidir biraz… Bazılarının yalnızca adını biliriz, bazıları evimizin bahçesindedir, zor zamanlarımızı paylaştığımız, gölgesinde dinlendiğimiz yakın dostlardır; bazıları sırdaştır, aşka şahittir gövdesine sevdiğimizle kendimizin baş harflerini kazırız; bazılarının kovuğu kocamandır, içine girer dünyanın yükünden kendimizi koruruz, hayal kurarız, bazıları kocamandır, dallarına ev yapar, çevremizden kaçıp yapraklarının arasında kendimize bir dünya kurarız. Ağaçlar, bizimle var olan, biz yaşadıkça yaşayan hatta zamanı gelince bizi dünyadan uğurlayan ve ardımızdan yüzyıllarca ayakta kalan en samimi dostlardır.
Şiirlerin de en vazgeçilmez dayanağıdır ağaçlar… Sırtını bir ağaca yaslamayan şair neredeyse yoktur. Onunla dertleşen, onun büyüttüğü ormanlarda gezmeyi seçen, sevdiğini onun gölgesinde bekleyen çok şair vardır edebiyatımızda… Şairler ve şair ruhlu olup ağaçların farkındalığıyla hayatı tahlil edenler…
Ağaç deyince Nâzım’dan bahsetmemek olmaz. Uzun zamandır Piraye’yi görmeyen Nâzım, yapılan bir ihbar üzerine polise yakalanmamak için gölgesinde sevdiğini beklediği ceviz ağacına tırmanmak zorunda kalmıştır. Kendi ağacın yaprakları arasında gizli, sevdiği o ağacın altında aşikar, ikisi de sevdadan darmadağınık:
“Başım köpük köpük bulut,
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir. Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında”
Cahit Sıtkı, bütün ağaçları kucaklamayı seçmiştir içindeki yaşama sevincinden dolayı:
“Gök masmavi bu sabah,
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar…” dizeleriyle zaten var olan bir gerçeği daha güzel bir sebebe bağlamayı seçmiştir içindeki şairden dolayı…
Sunay Akın’ın az dizede çok derin ifadeler saklı olan şiirlerinden biri olan Maki’de de aynı tatlı üslup göze çarpar. En duyarlı dost, Akdeniz’in en yaramaz çocuğu makidir:
“Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslar'da ağaçlar hep çocuk kalır.”
Ağaç, bazen sevgilinin sembolü olur şiirde, hem de sembollerle hiç işi olmayan bir şairin kaleminde. Orhan Veli, sevda denen o güzel duyguyu, onu kaybetme endişesini ağaç’la anlatmayı seçmiştir; önce kendine, sonra bize:
“Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen
Bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.
Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.”
Ve tabii, Cahit Külebi…. Gençliğin hayat tecrübesizliğini onun kadar güzel anlatan var mıdır bir zerdali ağacı örneğiyle:
“Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım
Aklın ermeden”
Ağaç; kalıcılığın, vefanın, sabrın, hükmün, aşkın sembolü gibidir edebiyatta... Bir de şair olmayan ama en az onlar kadar hayatın farkında olanlar vardır ağaçları takip eden… Hangi ağaç, ne zaman çiçek açar, onlar bilir; hangi ağacın neye ne zaman ihtiyacı vardır, onlar bu işin takipçisidir; ağaçlarla yarenlik ederler tıpkı hayatla yarenlik ettikleri gibi… Kimseye benzemezler, şiirleri yoktur belki ama şiir gibi hayatları vardır. Bu şiirleri okuyup en azından onları kaleme alanlar kadar aşka içi titreyenlerdir onlar... İyi okur, iyi gözlemci, iyi dost, iyi eş, iyi sevgilidirler…
Bahar kapıdayken ağaçların nasıl çiçeklendiğine bakın… Onlarda kendinize benzer bir taraf bulacaksınız iyi olmakla ilgili…