Ne denli kaçınmaya çalışsam da yaşıtlarımla bir araya geldiğimde konu bir şekilde yaşanılan rahatsızlıklara, kullanılan ilaçlara, gittiğimiz doktorlara geliyor. O süreçte yaptıklarımız, yapamadıklarımız, süren sıkıntılarımızla birlikte… Hele geçmişe fena halde takılmış olan arkadaşlar, o günlere hayıflanarak, yaşadığımız anları karartmayı pek güzel başarıyorlar. Geçmişi anımsayabilmek, belleğimizi canlı tutmak için mutlaka yararlıdır; ama o günleri, sürekli günümüzle kıyaslama yaparak geçirdiğimizde, yalnızca üzülmekle kaldığımızı görüyoruz. Gerçi bunu aramızda bir söyleşi konusu yapmasak da, eski yazarlardan çağdaşlara kadar, okuduklarım bana bunu sıkça anımsatıyorlar.
Ünlü Romalı devlet adamı ve düşünür Cicero, Yaşlanmayı Bilmek başlıklı kitabının son satırlarında şöyle diyor: “Doğa her şeyde olduğu gibi insan ömrüne de uygun sınırlar biçmiştir ve yaşlılık da sonuçta yaşamı konu alan bu oyunun son sahnesidir. Bu sahne bizi yordu mu, bu sahneye doyduk mu, gidelim o halde.”
Her yazar yaşlılığın kitabını yazmasa da anlatılarının satır aralarında, kahramanlarının konuşmalarında, onların duygu ve düşüncelerini okuyabiliyoruz. Yaşlılık da hayatın bir dönemi olduğuna göre, bundan daha doğal ne olabilir ki?
Ünlü İngiliz yazar Doris Lessing, tüm yaşlıların paylaştığı en büyük sırrın, yetmiş, seksen yılda hiç değişmemiş olduklarıdır, der. Bedenimiz değişir, ama biz hiç değişmeyiz. Bunun da büyük bir kafa karışıklığı yarattığını söylüyor. Oysaki bu durumu bilgelikle karşılayanları da göz ardı etmeyelim.
Jean-Louis Fournier’in Son Siyah Saçım anlatısını diğer kitapları gibi keyifle okumuştum. Yazar bu kitabını altmış yaşına girdiğinde kaleme almış. Yaşlılığın olumlu ve olumsuz yanlarını öyle vurucu ve incelikli bir mizahla dile getiriyor ki etkilenmemek olası değil. O yaşı çoktan geride bıraktığımdan, söyledikleri artık benim için gerçeğin bir parçası oluyor. Bu tümcede olduğu gibi:
“İnsanın soluğu azaldıkça üflenecek mumların sayısı artıyor.”
Fournier’e göre insan yaşlandığının ne zaman farkına varırmış: “Artık gazeteler daha küçük harflerle basılıyor”, “Tiyatroda oyuncular gittikçe daha kısık sesle konuşuyorlar”, “Merdiven basamaklarını daha mı yüksek yapıyorlar acaba?”, “Kendimi hiç bu kadar genç hissetmemiştim” diye söylemeye başladığı zaman!
Yazar her şeye karşın, yaşlılara yürekli öğütlerde buluyor: Dik durmalarını, saygısız olmalarını, sözlerini sakınmamalarını, içki ve sigara içmelerini, kumar oynamalarını, gerekirse birikimlerini yitirmekten korkmamalarını… Yatağınızın başucundaki doktorun, “Sonunuz geldi” dediğini duyduğunuzda, durumunuza rağmen son kez onu güldürmeye çalışmanızı... Ayrıca, “Her şeyin sonu” diye düzeltin, diyerek!
Yaşlılığı olgunlukla ve gülümseyerek yaşamak herkesin harcı olmasa da, bunu başaranlara imrenmemiz gerektiğini düşünüyorum.