“Çalışmaya başladığınızda herkes stüdyonuzdadır; geçmişiniz, arkadaşlarınız, düşmanlarınız, sanat dünyası ve en önemlisi kendi fikirleriniz hepsi oradadır. Ama resim yapmaya devam ettikçe birer birer gitmeye başlıyorlar ve tamamen yalnız kalıyorsunuz. Eğer şanslıysanız sonra siz bile gidersiniz.” John CAGE
John Cage’i anlamak yolunda ilerlerken hocası olmuş Schönberg’in yaşadığı dönem ve yaşam öyküsüne kadar Klâsik Batı Müziği’nde olan gelişimlere son olarak Romantik Dönem’ yer vermiştim. Şimdi Romantik Dönem’den sonra gelen dönemlerle devam ediyorum.
Benim de piano eserlerini büyük bir zevkle çaldığım Empresyonizm/İzlenimcilik, ilk defa 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı Fransa’da resim sanatında ortaya çıkıp daha sonra edebiyat ve müzikte de etkili olmuş. Temel olarak sanatçının dış dünyayı gözlemler ve bu gözleminin kendisinde uyandırdığı izlenimleri aktarır. Gördüğünü olduğu gibi yansıtmaktan öte, gördüklerini kendi izlenimleriyle algıladığı şekliyle yansıtır. Müzikolog Curt Sachs İzlenimcilik için şunları söylemiş “İzlenimcilik şiirde, resimde ve musikide romantik karşıtı bir akım olarak ortaya çıktı. İzlenimcilik klâsik anlayışa karşıdır. Klasik ustaların sanat anlayışında hayatın ve doğanın özleri, öz olmayan şeylerden sıyrılarak ortaya konur: süreye bağlı şeyler, süresizliğe, sonsuzluğa çıkarılır. Buna karşılık izlenimcilik süre ile ilgilidir, dahası geçici olana, en küçük zaman kesitine ilgi duyar; demek ki duranla değil yürüyenle ilgilenir; bir şeyin kendinden çok, o şeyin belli bir ışık ya da gölge altındaki görünüşünü izlemek ister; kesin çizgili yapılarla, çizgilerle değil, gelip geçici duyguların belirsizliği ve inceliğiyle dünyasını kurar.” Sachs’ın sözlerinden de anladığımız gibi İzlenimcilik Klâsik Batı Müziği tarihinde çok büyük bir değişim. Diğer sanat dallarında da olduğu gibi müzikte de renk ve ton, atmosfer, duygusal anlatım, sonsuzluk, akışkanlık ön plâna çıkar. Besteciler, müzikal paletlerini genişletmek için farklı ton renklerini ve tonaliteyi kullanarak seslerin daha zengin ve dokunsal bir duygusallık kazanmasını sağlamışlardır. Eserlerinde genellikle bir atmosfer oluşturmayı amaçlamışlar. Doğanın, manzaraların veya duygusal durumların betimlenmesi ve hissedilmesi üzerinde durmuşlar. Bu, seslerin ve melodi hatlarının abartılı olmayan, daha soyut ve sezgisel bir ifadesine yol açmış. Empresyonist müzik, daha geleneksel müzik formlarına göre daha az belirgin yapılar içerir. Bu dönemdeki eserler, daha serbest bir şekilde akar ve geleneksel tempo ve ritim kısıtlamalarından uzaklaşır. Bu, müziğin daha farklı bir şekilde akmasını ve dinleyiciyi zaman ve mekânın ötesine taşımasını sağlar. Claude Debussy, Maurice Ravel, Erik Satie, Gabriel Faure bu dönemin bestecileri arasındadır.
Empresyonizm/İzlenimcilik dönemini Ekspresyonism/Dışavurumculuk izliyor. Expressionism/Dışavurumculuk müzikte 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan bir akım. Özellikle duygusal ifadenin dramatik ve içsel yoğunluğunu vurgular. Artık bu dönemde sadece izlenim değil duyguların, söylemlerin, düşüncelerin dışa vurumu da büyük önem kazanır. Bu dönemdeki müzik, genellikle kaotik, disonant (uyumsuz) ve duygusal olarak yoğun bir ifadeye sahip. Expressionist dönem müziği, toplumun hızla değişen ve karmaşıklaşan yapısına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dramatik içsel yoğnluk, ifade özgürlüğü, disonans, karmaşıklık, toplumsal eleştiri bu dönemin özellikleri. Müzik, duygusal çatışmaları, kaosu ve çarpıklığı ifade etmek için sıkça disonans, hızlı ritimler ve dinamik değişimler kullanır. Geleneksel müzik formlarına meydan okur ve sınırları zorlar. Besteciler, duygusal ifadelerini serbestçe ve cesurca ifade etme özgürlüğüne sahiptirler. Bu, geleneksel yapıların ve kuralların reddedildiği yeni ve yenilikçi ifade tarzlarının arandığı bir dönemdir. Genellikle disonant akorlar, karmaşık yapılar ve belirsiz tonalite kullanır. Bu, dinleyiciye rahatsız edici ve sarsıcı bir deneyim sunar ve müziği daha derin ve etkileyici hale getirir. Serbest formlar ve ölçü anlayışları belirginleşir. Expressionist dönem müziği, toplumsal eleştiriyi ve sorgulamayı içerir. Bu dönemdeki besteciler, toplumun çelişkilerini, acılarını ve karanlık yönlerini yansıtmak için müziği bir araç olarak kullanmışlardır. Savaş, teknoloji ve insan psikolojisi gibi konular sıkça işlenir. Dışavurumcu olan bu dönem, 20. yüzyılın müzikal çeşitliliği ve yeniliği üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Duygusal ifade özgürlüğünün ve müzikal deneyselliğin vurgulandığı bir dönemdir. Expressionist/Dışavurumcu dönem müziği, sadece seslerin birleşimi değil, aynı zamanda insan duygularının ve deneyimlerinin bir yansıması olarak kabul edilir. Önde gelen bestecileri arasında ise Arnold Schönberg, Alban Berg, Anton Webern, Igor Stravinsky ve Bela Bartok gibi besteciler var.
Dışavurumcu olan besteci Arnold Shönberg’in yaşam öyküsü ve müziğe, sanata kattıklarına haftaya değineceğim. Şimdilik sizleri Ravel’in “Jeux d’eau” adlı eseri ile başbaşa bırakıyorum.
Maurice Ravel (1875-1937) “Jeux d'eau” (1901)
Martha Argerich, piano / 31 Temmuz 1977