Amerikalı toplum bilimci William F. Ogburn tarafından ortaya çıkarılan kültürel gecikme kuramıyla ilgili son günlerde önüme birçok makale düşüyor.
Kültürel Gecikme kısaca bir toplumdaki maddi kültür öğelerinde meydana gelen değişim hızına, manevi kültür öğelerinin ayak uyduramamasından dolayı oluşan uyumsuzluk ve görgüsüzlük durumu olarak tanımlanıyor. Zamanla sınıf değiştiren; alt sınıftan üst sınıfa, üst sınıftan alt sınıfa geçiş yapan kişiler bu problemi yaşayabiliyor.
Örneğin Bourdieu’ya göre bireylerin ekonomik sermayeye sahip olması aynı zamanda kültürel sermayeye sahip oldukları anlamına gelmiyor. Kent kültürüne uygun yaşayamayan, nezaket yoksunu kişiler; bulunduğu ortamı benimseyemediğinde iki hayat arasında sıkışıp kalabiliyor. Sınıfsal geçişlerin en hızlı gerçekleştiği yerlerden biri olan ülkemizde, bu cümleler hiç çevrenizdeki insanları anımsatmıyor mu?
Kendi halinizde ve dünyanızda var olmaya çalışırken bile, kalite grafiği giderek aşağıya doğru kayan, harcadığı parayı ne kadar gösterdiğiyle doğru orantılı olarak çevresi tarafından sayılacağına inanan bu karakter çeşitleriyle yollarınız mutlaka kesişiyordur. Ve sakınan göze çöp batar misali bu kişiler hep de sizin dibinizde bitme özelliğine sahiplerdir.
Bazen iş hayatında rastlarsınız onlara, bazen bir kokteylde en zevksiz ama fazlasıyla gösterişli kıyafetleriyle boy gösterirler. Onları tanımak hiç zor değil.
Doğup büyüdüğü İstanbul’da 17 yaşında bir çocuk bayramda ulaşım bedava olduğu için denizi ilk defa görürken, onlar ülkede ekonomik krizin mevcudiyetine rağmen ve bu kriz iktidardaki partiyi ikinci sıraya düşürmüşken bile Monaco Yat Kulübünde yedikleri ıstakozu paylaşırlar ve bu zenginlik şovu yüzlerini dahi kızartmaz aksine omuzlarını daha da dikleştirir. İki gün daha fazla konuşuluyor olmaktan gurur duyarlar.
Peki biz bu zihniyetlerden nasıl kurtulacağız? Bu noktada ortaya şöyle bir dilemma çıkıyor. Başak bile içi doldukça eğilirken, yani donanımlı insanların daha mütevazı olması bu işin doğalı olduğu halde, usta yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın dediği gibi “Mütevazılık hiçbir zaman üst bir değer olmamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız, saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz” Burası böyle bir ülke. Koronavirüs aşısını bulan Uğur Şahin ve Özlem Türeci çiftine ya da Nobel alan Aziz Sancar’a saygı duyulmaz da Dilan Polat’a, Özlem Öz’e kara para veya resmi belgede sahtecilik suçlamaları yöneltildiğinde ağıtlar yakılır.
Aslında düşünce biçimlerinin hepten değişmesi gerekiyor. Saygı, parayla satın alınan bir şey olmamalı. Nankörlük ve günübirlik düşünme karşınızdakini kırmaktan başka ne işe yarıyor?
Son zamanlarda yaşadığım birkaç olay sonucu hep aklıma Goethe’nin artık sağlam bir klişe haline gelen “Dünya hassas kalpler için cehennemdir” sözleri geliyor. Kimse kimseyi düşünmedikçe bencillik rahatça ortamda at koşturuyor. Değersizlik duygusu bu sebepten ötürü insanlarda o kadar baskın ki!
Yine de saygının azalması ya da insan kaybetmek pahasına kendimiz olmaktan vazgeçmememiz gerekiyor. Sabrederek, dişlerimizi sıkarak ülkemizin yaşadığı bu kültürel gecikmenin sebebi olanlara tepkimizi göstereceğiz. Zengin olan herkesi takdir etmek yerine, yeri geldiğinde eleştireceğiz. Bilimle uğraşan, insanlığa bir şeyler katmak adına gecesini gündüz edenleri göklere çıkaracağız, gökten zembille inenlerin ise yere çakılması için el ele vereceğiz.
Kıralım artık şu kısırdöngüyü.
ÜNİVERSİTENİN KULİSİNİ DAĞITAN OYUNCU KİM?
Gün geçmiyor ki, bir ünlümüz daha reyting birincisi dizisi sebebiyle egosal hezeyanlara girerek ‘Ben oldum, en büyük benim’ hastalığına yakalanmasın.
Anlatacağım kişi iddialara göre İstanbul’da bulunan bir üniversitenin ödül töreninde hayatının baharında ve umutlarla dolu gencecik öğrencileri üzüntüden perişan etmiş. Ama öğrenciler kan kusup kızılcık şerbeti içtikleri ve konuyu sakladıkları için olay da pek duyulmamış.
Çok sevilen bir dizide, zengin bir ailenin oğlunu canlandıran ve fazlasıyla çapkın ve bencil bir karaktere can veren bu oyuncumuz, katıldığı bir törende kendisini kulise götürmek isteyen öğrencilere önce alt katta bulunan kulisin yolu uzun diye memnuniyetsiz tavırlar sergilemiş. Hemen ardından makyaj masasına oturan ve masada Selçuk Yöntem gibi duayen isimlerinin yazılı olduğu kağıtları gören malum şahıs, hızla kağıtlar arasında kendi ismini aramaya başlamış. Heyecandan oyuncunun ismini yazmayı unutmuş olduğunu fark eden öğrenciler, her ne kadar özür dilese de karakterine kendini kaptıran aktörümüzün kağıtları buruşturarak masaya fırlatmasına engel olamamışlar. “Benim ismimi de kapıya asacaksınız” diye gençleri azarlayan ve bas bas bağıran bu kişinin ardından gençler fazlasıyla üzülmüş ve bu üzüntülerini de gönderdikleri basın bülteninde kendisinden sadece bir cümle ile bahsederek haberlere yansıtmışlar. Şık bir cevap olmuş, öğrencilerimizin eline sağlık.