Öncelikle, yazımın başında şunu belirtmeliyim, ben bir uluslararası ilişkilerciyim ve devletler arasındaki ilişkileri, holigan tutum ve slogan bir üslûptan uzak değerlendirmenin daha yerinde olacağı kanaatindeyim. Türkiye-İsrail ilişkileri gibi hassas bir ilişki biçimini de yıllardır, naçizane, bu zeminde analiz etmekteyim.
13 yıl önce dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Türkiye’nin, İsrail’in düşmanı olmadığını belirtmekteydi ki aynı dönemde o günün başbakanı, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Olmert ile iyi ilişkiler içindeydi. Keza, Cumhurbaşkanımız Olmert’ten sonra iktidara gelen Netanyahu’yu, bazı demeçlerinde karşılaştırmış ve Olmert döneminde İsrail ile ilişkilerin daha iyi yürüdüğünü de ifade etmişlerdir.
Esasında bu coğrafyada, Türkiye ve İsrail’in birbirilerine düşman olma gibi bir lüksü yoktur. Kaldı ki uluslararası ilişkilerde dost ve düşman kavramlarının sürekliliğinden ziyade, çıkarlar önemlidir. Öyle ki Türkiye gibi jeopolitik kimliği çeşitlilik gösteren ve hemen hemen her dönemde çok taraflı dış politika uyguladığında kazançlı çıkıp diplomaside manevra alanı kazanma potansiyeli güçlü olan bir ülkenin, özellikle Ortadoğu’daki tüm muhatap ve taraflarıyla ayrım gözetmeksizin iyi ilişkiler edinmesi elzemdir.
Yakın komşusu olarak İsrail de Türkiye’nin, iyi ilişkiler sürdürebileceği ülkelerdendir. Devletlerarası ilişkilerde aynı blokta yer alan ülkeler dahi her alanda hemfikir olmayabilirler. Örneğin, Soğuk Savaş’tan günümüze Rusya ve Çin’in görüş ayrılıkları olduğu gibi. Günümüzden örnek vereceksek 2015-2017 arasındaki gerilimli dönemi saymazsak Ankara ve Moskova arasında neredeyse bir bahar dönemi yaşanmaktadır; ancak iki ülkenin karşı karşıya geldiği alanlar da pek tabii mevcuttur. Suriye’nin kuzeyi ve Libya bu örneklerin arasındadır.
Diğer bir örnek ise Türkiye’nin en hassas olduğu ve toprak bütünlüğüne kasteden PKK ve uzantıları PYD, YPG gibi terör örgütleriyle ABD ve Rusya gibi büyük güçler dahil hangi ülke ya da ülkelerin temas halinde olmadığını söyleyebiliriz ki? Türkiye’nin İsrail’e karşı en hassas olduğu noktalardan biri de Irak’ın kuzeyindeki söz konusu bu örgütlerle ‘dirsek teması halinde olup olmadığı’ yönündedir. Öyle ki İsrail’in bölgedeki oluşumlara ilgisini, 1960’lara, Moşe Dayan’ın savunma bakanlığı dönemine kadar götürebiliriz. Bu gerçek, başka bir yazının konusudur.
Türkiye ve İsrail’in Irak’ın kuzeyinde neredeyse karşı karşıya gelmelerinin dışında, son dönemde Doğu Akdeniz’de de çıkarlarını bir türlü örtüştüremedikleri görülmektedir. Bunun dışında İsrail’in Gazze’ye yönelik politikaları Ankara’yı rahatsız eden konulardandır. Aklı başında hangi insan, hem Gazze hem de İsrail tarafındaki sivillerin öldürülmesini savunabilir ki? Türkiye’nin Gazze’ye hassasiyetinin daha çok tarihi bağlar ve insani açıdan olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki ülkemizin, İsrail’i bu konuda defaatle uyardığına da çoğu kez şahidiz.
Tüm bunların dışında, esasında, Türkiye ve İsrail’in ortak çıkarlarının olduğu konular daha fazladır. Artıların eksileri götürmesi gerektiği o konuların başında Doğu Akdeniz’deki enerji alanlarına yönelik projelerin devamının, ne Türkiye’siz ne de İsrail’siz mümkün olmadığıdır. 2010’da Mavi Marmara olayından sonra bölgede Türk-İsrail ittifakı çökmüş ve bunun sonucunda oluşan güç boşluğunu, Arap Baharı’nın da patlak vermesiyle yeni aktörler doldurmuştur.
İsrail, ‘Türkiye’yi kaybettiğine kendini inandırdığında’ Doğu Akdeniz’deki projeleri Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile tamamlamaya çalışmış; ancak çok geçmeden EastMed gibi proje ve planlar kısa süreli olmuştur. Sadece bu durum dahi Türkiye’siz bir enerji koridorunun oluşmasının -ki ülkemiz Akdeniz’e en uzun sahil şeridine sahiptir- mümkün olamayacağını göstermektedir. Tüm bunlar yaşanırken Türkiye de Rusya, İran gibi aktörlerle İsrail’den doğan boşluğu tamamlamaya girişmiş, İsrail’le birçok alanda söz düellosunun yanı sıra ciddi krizler de yaşamıştır; ancak bu krizler ekseninde Arap Baharının sonuçları ve pandemi süreci dahi iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri engelleyememiştir. Öyle ki 2023’e dek iki ülke arasındaki ticaret hacmi 8 milyar dolara yaklaşmıştı.
Türkiye ve İsrail’in ortak çıkarlarının kesiştiği bölgelerden biri de Azerbaycanlı kardeşlerimizin Ermeni işgal güçleri karşısında zafer elde ettiği 2. Karabağ Savaşı sürecidir. İsrail, savaş devam ederken Türk hava sahası üzerinden Azerbaycan’a ağır nakliye uçaklarıyla destek sağlamıştır. Dikkat edilirse İsrail’in Azerbaycan’a bu desteği sonrasında, Türk-İsrail normalleşmesi peşi sıra gelmiştir. İki ülke arasında geçmişten günümüze üst düzey istihbari faaliyet ve etkileşim de söz konusudur; fakat günümüzde Ankara-Tel Aviv arasında istihbarat açısından soğuk bir savaşın olduğunu da hatırlatmalıyız.
O halde, toparlayacaksam Türkiye ve İsrail’in karşı karşıya geldikleri ve aşılması zaman ve sabır isteyen konuların yanı sıra ekonomik, ticari, diplomatik, istihbari ve yukarıda sadece birkaç başlığını yazdığım alanların dışında birçok zeminde, bölgeye de rol model olacak şekilde kazan-kazan (win-win) temeline dayalı ortak çıkarları da söz konusudur. Öyle ki Sayın Cumhurbaşkanımız, 7 Ekim hadisesinden önce İsrail’le yeni bir sayfa açılıp söz konusu bu ortak çıkar alanlarının genişletilmesi hususunda samimiyetini, New York’taki Türk Evi’nde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya gelerek göstermiştir. Hatta, bu fotoğraf, iki ülke arasındaki normalleşmeye karşı çıkan kimi çevreleri rahatsız etmiştir.
Yazımın başlığına dönersem Türkiye ve İsrail birbirlerinin düşmanı değiller ve çok kutuplu dünya sisteminin olanak ve fırsatları ekseninde de düşman addedilemezler. Türkiye’nin, daha birkaç gün önce yaşanan İran-İsrail geriliminde Tahran’la Tel Aviv arasında ortada bir yerde konumlanması gerektiği gerçeğinin yeterince anlaşıldığını düşünüyorum. Ülkemiz Ortadoğu’da; İsrail, İran, Mısır, Körfez Ülkeleri ve Suriye ile aynı anda konuşabilme yeteneğini gösterdiği ölçüde, bölgenin saygınlık uyandıran ve her kriz anlarında fikirlerine danışılan ‘ağabeyi’sidir.
Türkiye’ye, bölge ülkeleri arasında moderatör olma, denge unsurunu elinde tutma ve mümkün mertebe bölge sorunlarını bahane ederek bölgeye nüfuz etme hedefli dış müdahalelere karşı, bu girişimleri en aza indirme temelli politikalar yakışmaktadır. İşte, Türkiye için İsrail de bu politikaların tam merkezindedir. Nihayetinde, bu kadar çetrefilli yollar, zorlu süreçler ve dahi, tuzaklarla dolu bölge konjonktüründe, ne İsrail’in Türkiyesiz ne de Türkiye’nin İsrail’siz uzun vadede herhangi bir yol çizmesi mümkün gözükmemektedir. Kaldı ki Ortadoğu ve Akdeniz’de ortak çıkar alanlarının bu derece örtüştüğü başka hangi ülke ikilisi vardır? İki ülke, bunca badire ve Gazze’de yaşanan trajediye rağmen, sorunlarını aşabilirler. Yeter ki hassasiyet, rekabet ve çatışma alanlarının, karşılıklı anlayış ve duyarlılıkla üstesinden gelinebilsin.