Ruanda, 1994 yılında gerçekleşen ve 800 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği dehşet verici soykırımın 30. yılını anıyor. Bu karanlık dönemi sona erdiren ve ülkenin yeniden doğuşunu sağlayan Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, geçtiğimiz günlerde soykırım kurbanlarını onurlandırmak amacıyla bir anma töreni düzenledi.
Ne yazık ki dünya medyasının gölgesinde kalan, ancak unutulmaması gereken bir gerçek var: 1994 yılında yaşanan soykırımın karanlık günlerini yeniden hatırlamak insanlık tarihi adına bir görev niteliği taşıyor.
Ruanda tarih boyunca iki baskın etnik gruba ev sahipliği yaptı. Nüfusun yüzde14’ünü oluşturan Tutsi’ler ile yüzde 85’ini oluşturan Hutu’lar arasında bu toplumun dokusu şekillendi. Ülke, 18. yüzyılın başlarından 1962’ye kadar, Hutu karşıtı politikalara sahip bir Tutsi monarşisi tarafından yönetildi. Batılı güçler her zaman Tutsileri destekledi ve bu durum Tutsilerin Hutular üzerinde sosyal, ekonomik ve politik üstünlük kurmasına yol açtı.
1959 yılının sonlarına doğru başlayan Hutu ayaklanması kaçınılmaz bir sonu doğurarak bir devrime dönüştü. Sonucunda, Ruanda Hutuların liderliğinde, Belçika sömürgeciliğine son verdi ve bağımsızlığını ilan etti. Bu süre zarfında, en az 300 bin Tutsi'nin Burundi, Kongo, Uganda gibi komşu ülkelere sığındığı biliniyor. Hutular 32 yıl boyunca iktidarda kalarak tarih boyunca yaşadıkları acıların intikamını alırcasına, Tutsi azınlığına karşı ayrımcılığı ihmal etmediler. Bu arada Tutsiler de boş durmadılar. Komşu ülkelerdeki Tutsi mülteci sayısı arttı ve bazıları yurtdışında isyancı gruplar oluşturdu.
6 Nisan 1994 tarihinde, Ruanda’nın Hutu kökenli Devlet Başkanı Habyarimana’nın uçağı, başkent Kigali Havaalanına yaklaşırken düşürüldü ve uçaktaki herkes hayatını kaybetti. Suçluların kim olduğu hiçbir zaman kesin olarak belirlenemedi. Kimileri aşırı Hutuları suçlarken, diğerleri Tutsileri suçladı.
Uçak kazasının ardından, sonraki bir saat içinde, Başkanlık Muhafızları, Ruanda silahlı kuvvetleri ve diğer Hutu milis grupları, Tutsileri ve onları korumaya çalışan ılımlı Hutuları cezasız bir şekilde katletmeye başladı. Amaç, Ruanda'da yaşayan tüm Tutsileri ortadan kaldırmaktı. Sonraki 100 gün içinde, 800 binden fazla Tutsi ve onlara yardım eden ılımlı Hutular, hunharca katledildi. Tutsiler ile evlenmiş Hutu’lar ve çocukları da bu korkunç katliamın kurbanı oldu. Yaklaşık 500 bin kadın cinsel saldırılara maruz kaldı. Özellikle bu saldırılara AIDS virüsü taşıyan birçok erkeğin planlı bir şekilde karıştığı iddia ediliyor.
Bu felakete kayıtsız kalamayan Tutsi milisleri, soykırımı yapanları durdurmak ve Hutu egemenliğini devirmek için harekete geçti ve kısa bir sürede Ruanda’yı işgal etti. Eş zamanlı olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin oylaması sonucunda, BM barış birliklerinin çoğunun Ruanda’dan çekilmesine karar verildi.
Sonuç olarak, soykırımda ağırlıklı olarak Tutsiler katledildi, ancak bu iç savaş Tutsilerin zaferi ile sonuçlandı. Bu sürecin ardından, yaklaşık iki milyondan fazla Hutu etnik kökenli Ruanda vatandaşı, o zamanlar adı Zaire olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne sığındı. Bugün hala Kongo’daki Hutu milislerinin varlığı, Kongo ile Ruanda arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen önemli bir faktördür.
30. yıl anma töreninde, Devlet Başkanı Paul Kagame, dökülen kanın anısına Ruanda'nın başkenti Kigali'de ülkenin seçkinlerine ve dünya liderlerine seslendi. Bu törene katılan liderler arasında yer alan ABD eski Başkanı Bill Clinton, Ruanda soykırımını yönetimindeki en büyük başarısızlık olarak niteledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise, anma töreni için özel olarak kaydedilen video mesajında, ülkesinin ve müttefiklerinin soykırımı durdurabileceklerini ancak bunu yapacak iradeye sahip olmadıklarını kabul etti.
Ruanda soykırımı tarihin kazara bir sonucu değil, derinlemesine kök salmış ırkçı bir ideolojinin ve yıkıcı bir iradenin ürünüdür. Bu acı olay, kitlesel zulmün ileri öldürme teknolojisine ihtiyaç duymadığını bir kez daha gösterdi. Ayrıca sorunun erken uyarı değil erken eyleme geçmek olduğunu gözler önüne serdi ki bu da emperyalist güçlerin her zaman kaçındığı bir durumdu. Etnik temizlik, soykırım veya iç savaş gibi terminolojik tartışmalar ile gereksiz vakit kaybedilince dikkatin dağıldığı her zaman görülmektedir. Sonuçta arada kalanlar sessizce yok oluyor.
Devlet Başkanı Paul Kagame'nin "affedeceğiz ama unutmayacağız" sözleri affetmenin ve hatırlamanın önemini güçlü bir şekilde vurguluyor. Affetmek, genellikle zorlu ve acılı bir süreçtir. Bize zarar verenleri affetmek büyük bir cesaret gerektirir. Kayıtsızlık yerine cesaret ve öfke yerine uzlaşmak işin sırrı gibi görünüyor, değil mi?
*Kwibuka Twiyubaka: “Hatırla, birleş ve yenilen.”