Müzikte çığır açan besteci JOHN CAGE - 7

“Boş alan ya da boş zaman diye bir şey yoktur. Her zaman görecek bir şey, duyacak bir şey vardır. Aslında, ne kadar susmaya çalışırsak çalışalım, yapamayız.” John Cage

Renan KOEN Köşe Yazısı
1 Mayıs 2024 Çarşamba

Sessizliğin ve suskunluğun içindeki ses çıkaranı, konuşanı duyan John Cage gerçekten de müziğin, seslerin dünyasının aktarılmasında bir çığır açtı. Yedincisini yazdığım bu yazıda da Cage’e adım adım yaklaşıyoruz. Daha evvelden de bahsettiğim gibi bugün hocası olan ve müzikte çok büyük bir çığır açmış 13 Eylül 1874 Viyana doğumlu dışavurumcu besteci, ressam Arnold Schoenberg’in yaşam öyküsüne ve müziğe kattıklarına yer vermek istedim.

Arnold Schoenberg, gerek kendi bestelerinde gerekse öğrencilerinin bestelerinde atonalite ve dizisellik arayışıyla müzik dilinin doğasını değiştirdi. Günümüzün önde gelen müzisyenlerinin birçoğu onu büyük bir deha olarak kabul etse de, dinleyiciler yalnızca bir avuç eseri kalplerine taşımışlardır. Yaşamı boyunca Schoenberg bazı çevreler tarafından anarşik eğilimlere sahip tehlikeli bir modernist olarak görülüyordu. Ancak besteci kendisini hiçbir zaman bir devrimci olarak görmedi. Onun müzik Tanrıları, Bach, Beethoven Mozart ve Brahms'tı ve etkili bir öğretmen, teorisyen ve eğitimci olarak kariyer peşinde koşarken yöneldiği modeller de onun Tanrılarının modelleriydi. Yaratıcı bir bilge, yazar ve ressam olarak eşit derecede yetenekliydi ve resimleri Kandinsky'ninkilerle birlikte sergilendi. En seçkin öğrencileri arasında Anton Webern, Alban Berg, Hanns Eisler ve daha sonra John Cage vardı. Bütün bunların ışığında, gençliğinde teori ve kompozisyon alanında resmi bir eğitim almamış olması, yaylı çalgılar dörtlüsünde keman ve çello çalarak müzik hakkında çok şey öğrenmesi şaşırtıcı görünüyor. Arkadaşı ve müstakbel kayınbiraderi besteci Alexander Zemlinsky'den ilk kez profesyonel tavsiye aldığında 20 yaşındaydı. Schoenberg çok erken yaşlardan itibaren müzik yazmasına rağmen acımasızca özeleştiri yapıyordu. Bu nedenle, 23 yaşındayken bestelediği, oldukça güzel yazılmış, oldukça Brahmsian Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nü bastırdı.

Yirminci yüzyılın başında, Wagner ve Liszt'in kromatik armonilerinden ve Richard Strauss’un cesur orkestral yeniliklerden giderek daha fazla etkilendi. Bu yenilikleri, Richard Dehmel'in bir şiiri üzerine Yaylı Çalgılar Altılısı için bestelediği ‘Verklärte Nacht, 1899’ adlı eserinde ve Maurice Maeterlinck'in bir oyunu üzerine bestelediği ‘Pelleas und Melisande, 1902-03’ adlı Senfonik Şiiri’nde, Brahms'dan öğrendiği titiz tematik yapıyla birleştirmeyi amaçladı. Her iki eser de, birkaç aşırı uyumsuz pasaj içeren tek bölümlü senfonilerden oluşuyor, ancak yine de geleneksel tonaliteyle güçlü bir şekilde bağlantılılar. Sonraki yıllarda Schoenberg'in yazı stili daha karmaşık hale geldi. Hem, Re mineur Yaylı Çalgılar Dörtlüsü no.1 (1904-05) hem de Mi majeur Oda Müziği için Senfonisi no.1 (1906), geleneksel tonlarda gözükse de aslında Klasik Batı Müziğinin omurgası olan tüm tonalite duygusunun kaybolduğu bölümleri içeriyor. Bu devrimsel hareketi, 1907-08 yıllarında bestelediği 2. Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nde devam ediyor.

Tarihsel süreç bu devrimi yapmasına sebep olmuş olmasına ama aynı dönemde duygusal hayatnda yaşadığı olaylar da bu devrimin doğmasına sebep. Besteci, karısının sevgilisi sanatçı Richard Gerstl'in korkunç intiharıyla bağlantılı olarak evlilik krizini de bu dönemde yaşamış. Hatta bu travma, tamamen atonal olan ilk eserleri olan Beş Orkestra Parçası (1909) ile Soprano ve Orkestra için Erwartung  (1909) adlı eserinde ahenksiz armoniler, geleneksel anlayışın dışındaki ritmler vasıtasıyla, umut, korkuların histerik keşfi ve çaresizce sevgilisini arayan bir kadının yaşadıkları ile dışa vurulmuş.

1912’de Albert Giraud’nun 21 şiiri üzerine bestelediği Pierrot Lunaire adlı eseri ise bir melodram niteliğinde. Esere, küçük bir enstrümantal topluluk eşliğinde konuşur gibi şarkı söyleme anlamına gelen ‘Sprechstimme’ stili içinde yazmış. 19. yüzyıl sonu melodrama stiline atıfta bulunan eser artık atonal. Bu eserle pek çok dinleyici Schoenberg'in müziğini anlaşılmaz buluyordu. Daha önce çalışmalarını destekleyen Richard Strauss bile gelecekte "kar küremesinin daha iyi olacağını" yorumunu yaptı. Ancak Schoenberg bir çıkmaza girdiğini fark etti. Sonraki birkaç yıl içinde, kromatik ses skalasının 12 notasının eşit öneme sahip olduğu 'seri' kompozisyon sistemini geliştirdi ki bu müzik tarihinde bir ilkti. 1920'lerde bu yazımın “Avusturya-Alman müziğinin önümüzdeki 100 yıldaki üstünlüğünü” garantileyeceğini cesurca ilan ettikten sonra müzk atalarının form anlayışı içerisinde bu yeni yazım ile bir çok eser verdi.

Naziler iktidara geldiğinde Schoenberg'in milliyetçi bakış açısı ciddi şekilde sarsılacaktı. Yahudi olarak doğup 1898'de Lutherhanizm'e geçen besteci, 1933'te Berlin’deki prestijli öğretmenlik görevinden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra, rejime meydan okuyarak Yahudi inancını yeniden benimsedi ve kompozisyonu bir kenara bırakarak Avrupalı Yahudiler için bir manifesto yazdı. Aynı yıl içerisinde Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. 1936 senesinden itibaren UCLA’de bir çok besteci yetiştirmeye başladı. İşte John Cage ile de burada tanıştılar. Besteci hayatına, 1951 yılında Los Angeles’ta veda etti.

 

---

 

“Pierrot lunaire” op.21, Arnold Schoenberg (1912)

https://www.youtube.com/watch?v=bd2cBUJmDr8

Chicago Senfoni Orkestrası

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün