Cehalete övgü çağı

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
15 Mayıs 2024 Çarşamba

Ünlü düşünür Albert Camus, yaşadığı dönemde insanlığın gidişatı hakkında karamsar düşüncelere daldığında çıkış yolu arar ve ilkin yaşadığı çağı adlandırmaya çalışır.

Ona göre 20. yüzyıl korku çağıdır.

Camus’ye göre, 17. yüzyıl matematiğin, 18. yüzyıl fizik biliminin ve 19. yüzyıl ise biyolojinin yüzyılıdır. 20. yüzyılda ise, yaptığı gözlemler neticesinde korkunun bilim olmamasına rağmen uygulanan teknik sayesinde insanlığı ele geçirdiğini savlar.

Ünlü düşünür, yaşadığı çağda korkudan kaynaklandığına inandığı, insanın her zamankinden daha az berrak ve daha az insancıl düşündüğü gözleminden yola çıkarak her düşünürün ödevi olduğuna inandığı insanlığı aydınlatma ve uyarma görevi üstlenir.

Camus bu hedefi doğrultusunda, korkunun neden var olduğunu ve yüzyılın insanını nasıl yok olmaya ittiğini 1948’de Combat dergisinde yazdığı, Korku Yüzyılı adlı makalesinde anlatmaya çalışır.

Camus’ye göre, çağımızın en çarpıcı yanı, insanın geleceği ile ilgili bir hikayesinin kalmamış olduğudur. Geleceklerinden mahrum bırakılan insanların duvara sıkıştırılmış olduğunu söyler. Oysaki ona göre duvar dibinde sadece köpekler yaşayabilir. Gelecek üzerine bir projeksiyonu olmayan bir hayatın anlamı olmadığını, olgunlaşma ve ilerleme vaadi olmayan bir yaşamın geçerli olamayacağını yazar makalesinde.

Camus şöyle geliştirir argümanını:

Benim kuşağımın fabrika veya üniversitelerde çalışanları gittikçe duvarın dibinde yaşayan köpekler gibi yaşamaya başlamışlar.

İnsanların, yaşamlarının önünde örülmüş bir duvarla yaşıyor olmaları tarihte ilk kez olmuyor. Ancak eskiden bu duvarları sözlerle, isyan çağırılarıyla aşarlardı. Umutlarını oluşturan değerlere atıfta bulunurlardı. Ama şimdi hiç konuşmuyorlar. Zira dünya bize, bugün uyarı ve önerileri dikkate almayan sağır ve kör güçler tarafından yönetiliyor gibi görünüyor.”

Camus makalesinde insanlar arası diyalogun neredeyse bittiğini, insanların konuşmaktan imtina ettiklerini zira çağrıların gereksiz olduğuna inandırıldıklarını ifade eder.

Camus şöyle der:

‘’Yalan söylemeyi, aşağılamayı, öldürmeyi, sürgünü, işkenceyi gördük ve her seferinde bunları yapanları, kendilerinden emin oldukları için yapmamaları yönünde ikna edemedik.

Zira bir ideolojinin soyut kavramlarını ikna etmek mümkün değildir.

İnsan ikna edemediği diğer insandan korkar ve sessizliğe girer bu nedenle. Örneğin ‘Anglo- Saksonların Franco’yu ayakta tutmaya çalışması karşısında sessiz kalmalısınız. Aksi takdirde her itirazınız komünizmin işine yarayacak’ korkusu verildi insana. Ve korktuk ve sustuk sonra da.

Korkunun bir teknik olduğunu söylemiştim size…

Düşüncelerinde kesinlikle haklı olduğuna inanan insanlar arasında boğuluyoruz.

Maalesef, sadece diyalog ve insanlığın dostluk değerleri içinde yaşayabilenler için bu sessizlik, dünyanın sonu anlamına gelmektedir.”

Camus’ye göre korkunun yol açtığı itiraz edememe, çağrıda bulunamama, dünyanın daha önce hiç tecrübe etmediği ölümcül bir evrenin de habercisiydi son tahlilde….

***

Ya 21. yüzyıl nasıl başlamıştı pekala?

Yeni yüzyılın, post-modernizm’in ürünü olan post-truth ile birlikte korkunun ötesinde bir de cehalet ekseninde ilerlediğini savlamak pek mümkün. Yeni teknolojilerin insanın kimyasını değiştirdiği gerçeğinden hareketle her geçen gün cehaletin, bilinçli bilinçsiz yüceltildiği bir dönemi yaşıyoruz. Artık çok kolay elde edilen bilgi kullanılarak oluşturulmak istenilen algı dünyası, gerçeği hayatımızdan uzaklaştırırken, korkunun yanında bir de bu tür bir hakikat çarpıtmasıyla mücadele etmek gittikçe zorlaşıyor.

İnsanoğlunun aydınlanma döneminin olmazsa olması olan eleştirel düşünce ve hakikati neden-sonuç ilişkileri filtresinden geçirerek analiz etme ve arama pratiği, neredeyse o dönemden beri ilk kez bu derece ayağa düşmüş durumda. Gerçeklerin yerini kimilerinin manipüle ettiği ama yığınların hemen satın almak istediği algı fotoğrafları almış durumda.

Derin bir zihinsel faaliyete girişmeden hayatı tasvir etmekte hiçbir beis görmeyen 21. yüzyıl insanı kendi dünyası dışındaki hayatı idrak etmeye, kavramaya yanaşmıyor. Zira zaten dünyayı kendi sığ kavrayışıyla, hiçbir tartışmaya imkan vermeyecek şekilde şekillendirmeye çalışıyor. Kendi dünyası dünyanın tamamıdır, toplamıdır ona göre.

Cahil cesareti ve temelsiz ama keskin özgüveni toplum içinde kendine kalıcı bir yer sağlarken, taraftarlarının inançlı desteği kendisini sahte bir guru konumuna bile sokuyor. Entelektüele karşıdır, sanatın yeni formlarına karşıdır, felsefeye ama özellikle kendi dünyasında olmayan felsefi öğretilere karşıdır. Koskoca dünyanın tamamını birilerinin yönettiğine inanır ve tüm siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmeleri, dünyayı yönetenler inancı filtresinden geçirerek anlamlandırmaya çalışır. Komplo teorileri olmazsa olmazıdır. Zira inanmak istediği sözde gerçekleri hiçbir şekilde sorgulamaz, mutlak doğru olduğuna inanır. Bir gün duvara çarptığında ise, Camus’nün duvarı aşan insanı olamadığından, suçu yine başkalarında arar, bir kısır döngü içinde ilerlemeye çalışır, kendi ekseni etrafında döndüğünü fark etmeden….

Nietzsche’nin meşhur, köle- efendi ilişkisindeki güçsüzün 21. yüzyıl türevi gibidir.

Nietzsche’ye göre güçsüzün, kendi varoluşundan ötürü duyduğu aşağılık kompleksinin ruhunda ortaya çıkardığı psikolojik hal olan ressentiment için, diğer bir deyişle hınç için yapamayacağı eylemi yoktur.

Bu yolda her şey mubahtır.

Camus’nün tasvir ettiği Korku Yüzyılı’ndan sonra gelen bu dönem, korku çağından bile daha vahim durumdadır. Zira çarpıtılmış gerçekle ortaya çıkartılan algının en önde olduğu bir çağdır. Cehalet ve eleştirel düşünce yoksunluğu, kadim değerlerden ve anlamdan yoksun bir dünyanın omurgası haline gelmiş durumdadır.

Hakikatin, doğrunun arka plana itildiği, entelektüalizmin cenazesinin kaldırılmaya doğru gidildiği bir dünyadır söz konusu olan.

Cehalet Yüzyılı veya Cehalete Övgü Çağı insanlık tarihin hazin bir trajedisidir bugün.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün