Evinizin ve işinizin dışında sizi mutlu eden yer neresi? Kapısından girdiğiniz anda kendinizi evde hissettiğiniz, uzak kaldıkça özlediğiniz ya da eksikliğini hissettiğiniz yer? Tanıdık tanımadık birçok kişiyle sohbet ettiğiniz, belki kahvenizi içtiğiniz, kitabınızı okuduğunuz ya da dans ettiğiniz, ne bileyim örgü ördüğünüz yer neresi? Hatta her şeyden önce öyle bir yeriniz var mı?
Herkesin böyle bir yere -hatta hele bir ayrık otuysanız böyle en az bir yere- ihtiyacı var. Evinin ve iş yerinin dışında ama tercihan bunlara yakın, tanıdığı tanımadığı insanlarla konuşabildiği, sohbet ettiği, geldiğinde tanıdık bir simanın “Hoş geldin canım kahveni hazırlıyorum” diyeceği, kahve bahane sohbet şahane diyeceği bir yere ihtiyacı var. Kahveden yola çıktık, burası bir kafe ise masasının onu beklediği bir mekândan söz ediyorum. Ama illa ki kafe de olması gerekmiyor. Yakınlarda bir park, bir STK merkezi, bir dans kulübü ya da ne bileyim balık tutmayı seviyorsa bir sahil kıyısı…
Anahtar kelime ‘yakın’lık… Çünkü insanın bir yerlerde kendini kendi mekânında hissetmesi için orada sık zaman geçirmesi gerekiyor. Süreklilik önemli. Bu yerin müdavimi olmak önemli. Ve mümkünse hep aynı saatlerde süreklilik önemli. Yavaş yavaş aynı saatleri seven diğer müdavimlerle tanışmaya başlıyorsunuz çünkü. Çalışma alanlarınız farklı olsa bile işte tam her gün aynı saatte aynı mekânda bulunduğunuz için bir ortak nokta kendiliğinden belirlenmiş oluyor. İlk günlerin selamlaşması zaman içinde derin sohbetlere dönüşüyor. Kimi zaman vizyondaki filmleri konuşuyorsunuz, kimi zaman felsefe tartışmaları oluyor bazen sadece sessizce etrafınızı izliyorsunuz ya da bazen dedikodu yapıyorsunuz. Mahallenizde olan biten hakkında bilgi ediniyorsunuz. Bir bütünün parçası olduğunuzu hatırlıyorsunuz. Sosyolojide kişilerin kendilerine yarattıkları ve birinci mekân olan evinizden, ikinci mekân olan işyerinizden sonra girdiği bu ortamlar ‘üçüncü mekân’ olarak adlandırılıyor. Üçüncü mekân kişinin ortak ilgi ve etkinlikler üzerinden bildik bilmedik insanlarla düzenli olarak bağ kurduğu mekânlardır. Terim 1989 yılında Amerikalı sosyolog Ray Oldenburg tarafından tanımlanmış. Oysa yüzyıllardır ülkemizde kıraathaneler, Avrupa’da kafeler bu işlevi üstlenmişler. 17 - 18. yüzyıllarda İngiltere’deki kafeler ‘bir penilik üniversite’ olarak tanımlanmışlar. Ödediğiniz bir peninin karşılığında bir bardak kahveden çok daha fazlasını almış oluyorsunuz. Kahvenizi yudumlarken yanı başınızda oturan hocadan bir şeyler öğreniyorsunuz ya da siz anlatıyorsunuz yanınızdakiler öğreniyor.
Üçüncü mekânlar bireyselleşen dünyada insanların sosyalleştiği ve bu sayede iyi olma hallerinin yükseldiği mekânlar. Mekânın bu ortama uyumlu olması önemli. Yani büyük zincir adreslerden çok, küçük, insanı kucaklayan sahibinin işinin başında olduğu mekânlar bunlar. Ama aynı zamanda sizin ilgi alanlarınıza cevap vermesi de önemli. Misal yemek yapmayı ya da yemek konuşmayı seviyorsanız kolay ulaşacağınız (sık gidebilmek adına kolay ulaşım önemli) bir açık mutfak sizin üçüncü mekânınız olabilir. Ocağın başında hep birlikte ekmek yoğurup ya da dolma sarıp sonra sofranın etrafında dertleşir bulabilirsiniz kendinizi.
Bireyselleşmenin ve yalnızlığın çok arttığı, yaşamın ev ile iş arasında elimizden kaçıp gittiğini hissettiğimiz çağımızda 3. mekânlar önemli bir buluşma, sosyalleşme alanı yaratıyor. Siz 3. mekânınıza ilgi gösterdikçe, sürekli bir şekilde orada zaman geçirdikçe 3. mekânınız da sizi kucaklamaya başlıyor. Bir bakıyorsunuz 3. mekânınız neredeyse birinci mekânınızla yarışmaya başlamış.
Üçüncü mekânlarıma sevgiyle… Onlar kendilerini bilir.