10 Mayıs Cuma sabahı. İstanbul Havalimanı iç hatlar terminalinin özel yolcu salonunda bir taraftan kahvaltı edip, öte yandan da etrafı izliyorum. Bir süre sonrası hemen yan masamda değerli gazeteci İsmail Saymaz’ın benim de bu ay birkaç kez Mardin’e gitmeme vesile olacak ‘Mardin Bienali’ üzerine Bienal’e katılacak hanımlarla sohbetine şahitlik ediyorum. Bir süre sonra, daha evvel gazetemizi ziyaretindeki tanışıklıktan da cesaret alarak sohbeti bölüyorum.
“İsmail Ağabey selam, Mardin’e gideceksen bir taraftan bin bir emekle bu zamana getirilen Bienal’i mutlaka ziyaret et ama şehrin arka sokaklarında, abbaraların ardındaki yaşamı da görmeden dönme olur mu? Gerçek Mardin orada…”
Mardin Havalimanına iner inmez bu kez sevgili Leyla Alaton ardından da değerli gazeteci Nilay Örnek ile karşılaşıp kısa sohbetler ediyoruz. Direktörlüğünü Döne Otyam ve Hakan Irmak’ın yaptığı Mardin’deki bienalin her geçen yıl daha da yükselen çıtası bir yana, bu dönemde Mardin’e toplamayı başardığı isimler ve yarattığı gündem de bir o kadar değerli… Öte yandan şehrin birçok unutulan mekanına can verip, taşın dile geldiği kente farklı bir dinamizm kazandırıyor.
Bu yıl Mardin Bienali’nin teması “Daha Uzaklara” ile soruları bizleri düşünmeye itiyor. Aşmış olduğunu düşündüğümüz, bizi kıskıvrak yakalayan açık kafeslerin içindeki yeniden kimlikçi hale giren bir dönemden geçmekteyiz. Doğaya, kültüre (antroposen ve kapitalosen), bitkilere, hayvanlara ve başka insanlara, etnisitelere, milletlere, sınıflara, bölgelere post-kolonyal ve feminist, kesişimsel, de-kolonyal yapı bozum bağlamında ırkçılığa karşı mücadeleyi nasıl “birlikte var olma haline çevirebiliriz?
Bienale paralel kültür turumun gerçekleştiği sıralarda ikinci günün akşamı değerli dostum Serdar Korucu ve aynı anda da değerli gazeteci ablam Gila Benmayor ile rastlaşıyoruz. Bu kadar değerli ismi her Bienal açılışında bir arada görmek hem Bienal ekibi hem de Mardin’im için bir gurur kaynağı olsa gerek.
İçim umut dolu Bienal açılışından sonra bu kez medyadan bu yıl Cannes Film Festivalinde kadın oyuncularımızın kırmızı halıda endam etmelerini okuyorum. Birce Akalay, Pınar Deniz, Meryem Uzerli ilk farkettiklerim. Geçtiğimiz yıl Merve Dizdar’ın başarısından sonra bu yıl da kadınlarımızı her alanda bize yakışır şekilde görmek gurur ve keyif veriyor.
Tam gerçeklere ara verip biraz huzur bulayım derken, ardı ardına ülkemin hakikatleri yüzüme vuruyor. Balıkesir Üniversitesi Turizm Rehberliği Bölümü öğrencisi 20 yaşındaki Ata Emre Akman, 11 Mayıs gecesi motor kurye olarak çalıştığı esnada bıçaklanarak öldürülüyor. Ata’nın babası emekli Albay Erol Akman’ın sözleri ciğerimizi yakıyor. “Ata, insanlara dokunmayı seven bir çocuktu. Arkadaşları bana ‘Ben sevmeyi Ata'dan öğrendim’ dediler, bu ne kadar güzel bir şey. Böyle bir çocuk benim elimden kaydı, gitti. Ben 25 bin asker yetiştirdim. 25 bin askerin kılına zarar gelmedi ama kendi oğlumu koruyamadım.”
Öte yandan Sultanbeyli'de şantaj ve tehdit ile bir yıldan fazla bir süre boyunca aralarında mahalle muhtarının oğlunun da bulunduğu 15 kişi tarafından 13 yaşındayken sistematik bir şekilde tecavüze uğrayan A.A.'nın geçtiğimiz gün görülen davasında ‘etek boyu’ sorusuyla insanlığımızdan utanıyoruz.
İşte tüm bu haberleri okurken, ülkemizin her alanda nerede durduğunu düşünürken bir kez daha kendi kendime soruyorum. Hangileri gerçek Türkiye? Biz nasıl bir ülkede yaşar olduk?
Bir yandan yaşanılan güzelliklerle sevinirken adaletten, eğitime, ekonomiden sağlığa, siyasetten ahlaka şimdiye kadar hasır altı ettiğimiz ne varsa tek tek karşımıza en acı şekliyle çıkmıyor mu?