Birkaç yıl önce gençlere yönelik kitaplarla ilgili görüşlerin yer aldığı bir seçki için benden bir yazı istenmişti. O yazıda okuma serüvenimi anlatırken, kitabı ancak ileri yaşta sevmeye başladığımı, sonradan bu eksikliği gidermeye çalıştığımı, bugün de iyi bir okur sayılabileceğimi anlatmıştım. Yine yeri geldiğinde, gerek okumakla ve gerekse okuduğum kitaplarla ilgili düşüncelerimi, deneme yazılarımın sınırları içinde paylaşıyorum. Özellikle sevdiğim yazarları da satırlarım arasında konuk etmekten ayrıca keyif alıyorum. İçlerinden kimilerinin, beni daha çok okumaya ve yazmaya kışkırttıklarını da söylemek isterim.
Okumaktan söz ederken, Arjantinli yazar Alberto Manguel’in her zaman başucumda yer aldığını söylemeliyim. Onun kitaplarına karşı bir yakınlık hissetmemde, öncelikle ele aldığı konular etkin oluyor. Diyebilirim ki kaleme aldığı denemelerin büyük bir çoğunluğu okumakla ve dolayısıyla okuduğu kitaplarla ilgilidir. Bu da dünya edebiyatını kucaklayan bu kitapsever yazarı okumam için yeterli bir neden sayılabilir.
Manguel, bir denemesinde on altı yaşında bir kitapçıda çalışırken Jorge Louis Borges ile nasıl tanıştığını anlatır. Borges, o dönemde görme yetisini yitirmiş olduğundan, dört yıl süresince haftada birkaç kez evine giderek ona kitap okumuş. Bu ilişkinin, yazma heveslisi bir genç olarak kendisini nasıl olumlu bir şekilde etkilediğini de ayrıca belirtiyor.
Yazar, Okumalar Okuması kitabının önsözünde, okumayı yaratıcı etkinliklerin en insani olanı olarak gördüğünü söyledikten sonra, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Bu dünyaya her şeyde anlatı bulmaya niyetli olarak geliriz: Manzarada, yeryüzü şekillerinde, göklerde, başkalarının yüzlerinde ve elbette türümüzün yarattığı imgeler ve kelimelerde. Kendi hayatlarımızı ve başkalarınkini okuruz, içinde yaşadığımız toplumları ve sınırlarımızın ötesindeki toplumları okuruz, resimleri ve insanları okuruz, bir kitabın kapakları arasında kalan sayfaları okuruz. Bu sonuncusu esastır. Bana göre, bir sayfa üstündeki kelimeler dünyayı bir arada tutar.”
Sözcüklerin gücünü söylemeye bile gerek yok. Öyle ki, bazen bir söz tüm hayatımızı bir anda değiştirebiliyor. Peki, bir söze nasıl ulaşıyoruz, diye sorsam; sözcükleri buluşturarak, diye yanıtlardım. Bunu da ancak kitapların engin okyanusundan edindiğimiz birikimle başarabiliyoruz. Sürekli okuyarak, okuduklarımızı içselleştirerek, bilgilenerek, düşünerek, sorgulayarak… Hayatlarımız yalnız yaşadıklarımızla sınırlı kalmıyor, her kitap yeni bir yaşam şansı verdiği gibi bizi yeni yolculuklara sürüklediğini de yadsıyamayız. Kuşkusuz bu yola girmek isteyenlere…
Amerikalı deneme yazarı, düşünür Emerson, “hangi kitapları okuduğunu söyleyin, size onun kim olduğunu söyleyeyim,” diyerek bu konudaki seçimlerimizin ne denli önemli olduğunu vurgular.
Konu okumak olunca, sözü bir denemeye ya da bir kitaba sığdırmak elbette ki olanaksız. Ben yalnızca şunu söylemek istiyorum:
Kimi kitapları raf süsü olarak kullanırken, kimi için de onlar, önemli birer besin kaynağıdırlar!