Bekle ve olasılıklara açık ol. Bazan ne beklediğini bile bilmeden bekle. Bekle ki hayat mucizevi sürprizlerle seni kucaklasın. Belki de daha doğrusu sen kucakla sürprizleri. Önüne çıkan insanları… İnsanlık için çalışanları… Katkıda bulunanları... Yolda zorlananlara destek olanları… Onlara bir üçüncü mekan yaratanları*…
Kızım buralarda yaşıyor diye üç yıldır San Francisco’ya geliyorum. Birlikte geçirdiğimiz saatlerin dışında, çocukların iş saatlerinde… geziyorum. İlk yıl şehrin altını üstüne getirmiştim. Müzelerini, parklarını dolu dolu gezmiş, etkilendiklerimi kaleme almıştım.
Gittiğim her yerde bir yandan turist gibi gezmeyi seviyorsam da burada yavaş yavaş buralı olma duygusunu da yaşamaya başladım. Her turistin mutlaka görmesi gereken köşelerin yanı sıra daha az bilinen, şehrin gizli kalmış değerlerini odağıma almaya başladım.
Bu arada Netflix’te izlediğim bir belgeselde San Francisco’nun gizli bir müzesinden bahsediliyordu. Dünyanın birçok yerinden insanların kendi kişisel merak ve hobileri doğrultusunda döşenmiş sıra dışı evlerle ilgili bir belgeseldi bu. İşte bu evlerden biri de San Francisco’da idi.
Evin sahibi, sanatçı Gregangelo’nun ve buraya yolu düşen (yerli, yabancı, göçmen, LGBTİ+) birçok sanatçının bir arada yarattığı, dünyanın dört bir köşesinden parçaların da yer aldığı bir ‘tuhaf şeyler’ müzesi idi. Randevu ile girilebiliyordu ve kapı tam saatinde bana açılacaktı. Şehrin lüks bir muhitinde, ağaçların arasından göz kırpan camdan topları (bunların güneş sistemimizdeki gezegenleri tasvir ettiğini daha sonra fark edecektim), horoz şeklinde rüzgar güllerini görünce doğru adrese ulaştığımı anladım. Şöyle yazıyordu kapıda: “Merak kaşifleri! Doğru adrese ulaştınız. Lütfen, sizi karşılamaya gelecek rehberinizi tam burada bekleyin! Binaya rehberiniz olmadan girmeyin!”
Ben -kızım şehrin biraz dışında oturduğundan- iki saatlik yoldan gelmiştim. Biraz da erken varmıştım. Sessiz ve şık mahallede biraz dolandıktan sonra tekrar kapının önüne geldim. Tam randevu saatinde döner kapı açıldı, kapının arka yüzü öne geldi. Burada, koca bir aynada ben beni karşılıyordum. Palyaço kıyafetlerine benzer bir şekilde giyinmiş bir de rehberim vardı. Kapıdan geçebilmek adına bana sorduğu “sfenksin bilmecesi”ni doğru yanıtlamam gerekiyordu. Yanıtladım ve kapı bana açıldı. Bundan sonrası rengarenk, ışıl ışıl, gözün her köşede bir sürprize takıldığı biraz Alis’in Harikalar Diyarı, biraz eskici dükkanı ama aslında hiç birine de benzemeyen kabarcıklar, dönen galaksiler ve renkli parçacıkların karışımı bir evrenin kapısını açan mozaik ve resimlerle tamamlanmış ancak San Francisco’nun çok yönlü, çok renkli, çok kapsayıcı 70’ler dünyasına ziyaretçiyi taşıyan labirentimsi bir evrendi. Bilmeceleri bulunduğumuz odada gördüğümüz detaylardan yola çıkarak cevapladıkça ilerledik. Çocukluk, ergenlik ve yaşlılık çağına hatta ölüme ve sonrasına kendi içimizde bir yolculuğa çıkmıştık sanki. Detayları anlatmayacağım, San Francisco’ya yolunuz düşerse, gider gezerseniz. Çünkü bugün başka bir şey anlatmak istiyorum.
Meğer benim bu geziyi yaptığım gün, müzeye katkıda bulunan sanatçılarla bir buluşma ve çalışma günü imiş. Gezinin ardından katıldığım öğle yemeğinde hem orada bulunan sanatçılarla tanışma şansım oldu, hem de...
Hem de insanın her zaman karşılaşmadığı türden bir davet aldım.
Günün sonunda, birbirimize sarılarak ayrılırken, müzede astrofizik kavramları ve kültürel çoğulculuğu da performanslarına alarak sanat ve teknolojiyi bir araya getiren Gregangelo “Pazartesi ne yapıyorsun?” diye sordu. Özel bir programım yoktu.
Meğer uzun yıllardır burada topluma hizmet eden, yolunu kaybetmiş, zor durumda kalmış, ortamını bulamamış sanatçılara kucak açan, umut aşılayan bu müzenin San Francisco’nun “işaretli” mekanlarından biri olması önerilmiş. Pazartesi günü de dileyenin katılıp konu ile ilgili fikrini vereceği son bir oturum düzenlenecekmiş. Gregangelo kendi sanatçıları, çalışanları, eski dostlarının yanı sıra eşikten az evvel geçmiş beni de bu oturuma davet ediyordu.
Meraklı bir turist, bir yazar ve bir müzeci olarak bu teklifi reddetmem söz konusu değildi.
Gittim. Böylece hem neo-klasik mimarinin bir örneği olan barok kubbeli belediye binasını gezip görme şansım oldu hem de kendi vatanımdan binlerce kilometre ötede, Amerika’da, San Francisco şehir tarihi kitabının bir sayfasına minicik bir katkı ile adım yazıldı. Oturumun yapıldığı oymalı lambri duvarların çerçevelediği odada sıra bana gelip de Gregangelo Müzesi hakkında düşüncelerimi paylaşırken bir yandan da oturum başkanı hanımın hayran bakışlarını izliyordum. Sen kalk, taa Türkiye’den gel ve bir anda San Francisco Belediyesinin bir kararı hakkında fikir beyan et. Bu hayran bakışlar bana mıydı, müzenin beni oraya taşıyabilme becerisine miydi yoksa sadece benim algımda mıydı, bilemiyorum.
Kendi ülkemde seçimlerde oy vermek ve şehrim hakkında bir iki kararla ilgili olarak internette açılan bir iki ankete cevap vermek dışında benzeri kararlarda daha önce hiç söz hakkı olmamış olan ben burada benim gibi bir yabacıya bile böylesi bir hak tanınmış olmasına hayranlık duymadan geçemedim. Kim bilir belki bir gün, biz de kendi ülkemizde, şehirlerimizi ve bizi ilgilendiren kararlarda söz sahibi oluruz.
Oturum, oturum başkanının dosyanın bir sonraki aşama olan kabul aşamasına gönderileceğini belirtmesi ancak diğer süpervizörlerin henüz gitmedilerse müzeyi mutlaka gezmeleri gerektiğini salık vermesiyle tamamlandı. İki gün sonra da Gregangelo bana ulaştı ve “sen olmasaydın olmazdı” diyerek kararın olumlu yönde verildiğini duyurdu. Buradaki “sen” müzeye katkı veren herkese yönelikti tabi ki. Durdum ve düşündüm. Yıllar -ve belki nesiller- sonra bir gün bir araştırmacı San Francisco belediye kayıtlarını araştırırken benim ismime rastlayacak. İstanbul’da yaşayan İstanbullu Dalia’nın Amerika deneyiminin bir parçasına ulaşmış olacak. Şaka gibi. Ama gerçek. Gregangelo Müzesine gerçekten bir katkısı oldu mu benim düşüncelerimin? Ya da benim hayatımda bir değişikliğe neden olacak mı? Sanmam. Ama şunu biliyorum, bir gün olur da, Türkçe konuşan bir sanatçı bu müzenin eşiğinden adımını atarsa, orada onu bekleyen bir sürprizimle karşılaşacak.
Ezcümle, beklenmeyeni beklediğinde insan, beklenmeyene evet dediğinde hiçbir şey olmasa bile yeni insanlarla tanışıyor. Kendi adıma bu şehirden şimdilik ayrıldım, İstanbul’a döndüm. Ama tekrar geldiğimde, biliyorum, birlikte güzel bir an geçirebileceğimiz yeni insanlarla ilk bağımı kurdum.
Son olarak da gerçekten… Konu ne olursa olsun, ‘sen’ olmasan olmuyor!
MERAKLISINA NOT: Üçüncü mekan ne diyorsanız, bir önceki yazıma bakabilirsiniz.