Tanrı'ya uzanan yol: Yapay zeka yeni Babil Kulesi mi?

Selin SÜAR Köşe Yazısı
5 Haziran 2024 Çarşamba

Efsaneye göre Babil kentinin baş Tanrısı Marduk’a adanan, tarihçi Heredot’a göre Babil Kentinin ortasında dışarıdan sarmal bir merdivenle çıkılan, birinci katında taş, ikinci katında ateş, üçüncü katında bitkiler, dördüncü katında hayvanlar, beşinci katında insanlar, altıncı katında gökyüzü, yedinci katında melekler olan ve Tanrı’ya ulaşılan en yüksek katında büyük bir tapınak bulunan yapı sekiz katlı olarak yükselir. Tanrı’ya ulaşmak için kralın emriyle yaptırılmıştır ve en üstünde bulunan tapınağa -Tanrı tarafından seçilmiş kadınlar hariç- ölümlülerin girişi yasaktır. Heredot, burada sadece süslü bir yatağın ve altın bir masanın bulunduğunu söyler. Eski Ahit’te ve Kuran’da da kendine yer bulan, ancak Tanrı’nın “ineyim de bir bakayım, neler yapmışlar” diye içinden geçirdikten ve durumu gördükten sonra kendi mertebesine dek uzanan insanoğlunun yaptığını saygısızlık olarak görmesiyle durumun kaosa dönüşmesinin efsanesidir Babil Kulesi. Sonuç olarak Tanrı, o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dillerini karıştırıp bir karmaşa yaratmış ve bütün planı altüst etmiştir. İnsanlar artık birbiriyle anlaşamaz ve dünyanın dört bir yanına dağılırlar… Özetle insanların iyi niyetle çıktıkları yol, büyük bir kayaya çarparak bir nevi birlikteliklerinin sonunu getirir.

Metaverse’ün de göklere çıkarılmasıyla yıllardır ağızlara sakız olsa bile yapay zekâ uygulamalarını uzun süre uzaktan izledim. İlk zamanlar insanların yardımcısı konumunda olan yapay zekaların zaman içinde birbirleriyle iletişime geçerek yeni bir dil yaratması, felçli bir hastanın yapay zeka destekli beyin çipi sayesinde düşünce gücü ile satranç oynaması, bir elin parmaklarının sayısını geçmeyecek çalışanları ile indie şirketlerin yapay zeka yardımıyla müşteri portföyünü yönetmesi ve hedef kitlenin beklentilerini göz önünde bulundurarak milyonlarca dolar hasılat yapabilmeleri, kişiselleştirilmiş yapay zekalar sayesinde veri madenciliğinden (data mining) ve büyük veriden (big data) kurtulup kişisel asistanınızı, dostunuzu ve hatta 2013 yapımı Aşk (Her, Spike Jonse) filmindeki gibi sevgilinizi oluşturmaya kadar varan avantajlarıyla gün geçtikçe savunma, hizmet, sağlık, eğitim vs. sektörlerindeki payının artması yapay zekayı yalnızca bir deney ortamı, bir asistan veya işleri çabuklaştıran/kolaylaştıran bir destek değil, aynı zamanda Tanrı haline de getiriyor. İnsanlık için “tamamen iyi niyetli” (!) atılımların nereye varacağını kestirmek zor olsa da yapay zekâ destekli hücreler, aletler, giysiler ve etrafımızı kuşatan hemen her şeyin ucu açık.

Kavramlar değişiyor; gerçeklik ise çoktan öldü

Mitolojilerde ve dini hikâyelerde peygamberlerin ömrü ilk telaffuz edildiğinde insan genellikle şu iki tepkinin arasında kalır: biraz korku ile şaşırmak ve biraz da dalga geçerek gülmek. Hangi insan 950 yıl yaşayabilir ki veya hangi insanın boyu 40 metreye ulaşır? Bugünden durup bakıldığında şüphesiz ki her bir öykü, bilinmeyenin önüne setler halinde kurulan perili hikâye öbeği gibi karşımızda duruyor. Ancak aynı şekilde insanın verdikleriyle, yani verili bilgiyi harmanlama yetisi sonucu -veya bilimsel bilgiyi aramada sıklıkla karşımıza çıkan tez, antitez, sentez oluşturma yetisi sonucu- fiziksel olarak göremediğimiz, elle tutamadığımız, ama var olduğunu bildiğimiz Tanrı’dan başka hangi ‘fiziksel olarak olmayan şey’ yeni bir bilgi, yeni bir kod, yeni bir varlık ortaya koyabilir ki?

2007’de kaybettiğimiz Fransız düşünür Jean Baudrillard, Batı toplumunun eleştirisinde teknolojinin gelişmesiyle birlikte insani ilişkilerin ve gündelik hayatın da dönüştüğünü ve Batı dünyasında gerçeklik ilkesinin yitirildiğini belirtir. Simülasyon Teorisi olarak adlandırdığı tezini gerçekliğin sanal teknolojiler aracılığıyla sayısal olarak dönüştürülmesine ve bu şekilde gerçekliğin yitirilmesine ve oluşturulan bu yapay dünyada gerçeklik olarak tanımlandığına dayandıran Baudrillard, gerçeğin kültür endüstrisi aracığıyla bir simülasyona dönüştüğünü ve yaşadığımız dünyanın da bir simülasyon dünyası olduğunu belirtir. Baudrillard’ın hayatta olduğu dönemlerde Metaverse ve yapay zekâ ile ilgili araştırmaların bu kadar kuvvetleneceğini düşündüğünü pek sanmıyorum; ancak düşünür bu sarmaldan tek bir şekilde kurtulacağımızı belirtir; insanlığın top yekûn imhası ile… Başka kurtuluş yoktur; tam bir karışıklık, büyük bir kaos veya Eski Ahit’te yer aldığı gibi ‘bavel’ (Babel)…

Yapay zekâ üzerine yazılacak çok şey var, hele ki şirketlerin kendi mülkiyetinde olan sesleri kullanarak bir benzerinin oluşturulduğunun fark edilmesi halinde bunu yapan şirkete fahiş paralarla dava açacaklarına yönelik tehditlerini savurmaya, modelleme yapanların kendi çizimlerinin benzerine bir yerlerde rastlarlarsa kendi güçlerinin yettiği oranda mahkemeye vereceklerine dair hukuksal çareler aramaya başladıkları günümüzde… Çok bilindiği ve emsal olabileceği için Scarlett Johansson’un yapay zeka tarafından oluşturulan bir reklamda adının ve yüzünün kullanılması üzerine başlattığı yasal işlemden söz etmiyorum. Ve elbette ülkelerin her geçen gün başta savunma ve güvenlik ihtiyaçlarına yönelik teknolojik neferler oluşturması savaş taktiklerinin, hırsızlıkların, fişlemelerin ve daha birçok şeyin değiştiğinin; daha da değişeceğinin habercisi. Öyle ki Türkiye’nin her nedense pek önemsemediği Doğu Türkistan sorunu ile ilgili okuma yaparken Çin hükümetinin, yüz tanıma, fişleme, ifşa etme politikaları içerisinde teknolojiyi ilk sıraya yerleştirmesine dair bir habere denk geldim. Daha önce sorgulanan, ancak bir kanıt olmadığı için suçsuz bulunan bir genç için şu şekilde belirtiliyordu: “(…) kendisini alışveriş merkezinin girişindeki güvenlik kontrol noktasına yerleştirilen yüz tanıma yazılımıyla donatılmış bir güvenlik kamerasının önünde buldu ve kamera, devlet tarafından verilen kimlik kartındaki fotoğrafı taradı. Bir alarm çaldı. Güvenlik görevlileri onun geçmesine izin verdi, ancak birkaç dakika içinde polis memurları yanına yaklaştı ve daha sonra onu gözaltına aldılar. Kendisinin Sincan şehirlerindeki ve çevresindeki sayısız kontrol noktasını izlemek için yapay zekâyı kullanan bölgesel bir veri sistemi olan Entegre Ortak Operasyonlar Platformu tarafından tutulan bir kara listeye alındığını bu şekilde öğrendi.”

Avrupa Parlamentosu, mart ayında yapay zekâ kullanımını düzenlemeyi hedefleyen kuralları içeren yasa tasarısını oyladı ve tasarı oyçokluğu ile kabul edildi. Yapay Zekâ Yasası kapsamında, makine öğrenimi sistemleri toplum için oluşturdukları potansiyel riske göre dört ana kategoriye ayrılıyor ve yüksek riskli olarak kabul edilen sistemler, Avrupa Birliği pazarına girmeden önce uygulanacak kurallara tabi olmak zorunda. Söz konusu kuralların, Mayıs 2025'te yürürlüğe girmesi ve yüksek riskli sistemler için yükümlülüklerin üç yıl içinde uygulanması planlanıyor.

Şüphesiz ki yapay zekâ yalnızca büyük veri üzerinden hayatın her alanına yayılan bir olgu olmayacak; aynı zamanda insan davranışını ve duygularını da değiştirecek. Bundan önce jenerasyon farkı dediğimiz şey birkaç adım gerisi veya ötesi iken, tutamadığımız teknoloji ipinin ucu jenerasyonları bambaşka yerlere savuracak. Hatta aynı jenerasyon içinde teknolojiye ve bilgiye ulaşabilenler ile ulaşamayanlar ve gelir durumu ile bağlantılı olarak bu nimetlerden faydalanabilenler ile faydalanamayanlar arasındaki uçurum daha da artacak. Tam bir ‘Cesur Yeni Dünya’ manzarası (Aldous Huxley, 1932). Çok da uzun vadeli düşünmeyip zaman kavramı ile olan derdimize dışarıdan baksak bile yeter. Zaman ve sabır ikilisi artık öylesine önemli bir hale geldi ki saliselik dilimlerde istediğimiz veriyi vermeyen internet hızı veya cihazın donması yüzünden telefonlarımıza veya bilgisayarlarımıza şiddet uygular hale gelmemiz, yaşlanmayı her şeyden çok dert etmemiz, geç kalmışlık korkusu yaşamak istememiz yüzünden her şeye yetişme çabamız sonucunda hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelmemiz ve daha birçoğu, içinde bulunduğumuz zamanın ve şartlarının bize birer hediyesi… Her şey çok acil, her şey hemen olmalı, her şeye koşabilecek kadar seksen beş bin tane vitamin yutup üstüne mezarda çürümüş kadar zayıf olabilmeli, ancak katiyen buruşmamalıyız. Yavaş şehir diye bir kavram çıktı, şehrin yavaşı mı olur; mekânlar hızlı veya yavaş olma yetisine sahip değildirler.

Afrika savanlarında yaşamıyoruz, durursak ölmeyiz. Ve bence biraz durmalı, soluklanmalıyız; yoksa gerçekten öleceğiz. Gerçi, yapay zekâ ile bildiğimiz anlamda olmasa bile yeniden canlanmak olası…

İşte beklenen Mesih geldi.

KAYNAKÇA

Baudrillard, J. (2019). Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği. Ankara: Doğu Batı.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün