Bilmece merakı

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
12 Haziran 2024 Çarşamba

Bilmecelerin çoğunun çözümü içgörü, önsezi ve mantık sıçramalarına dayanıyor. Bilmecelerin zekâ ile ilişkileri nedir?

Önce biraz tarihçe: 1987 yılında, gazetenin cumartesi ilavesi olarak verilen Cumhuriyet Bilim Teknik için bilim yazıları hazırlarken, (nereden aklıma estiyse) çizgili bulmacalar hazırlamaya başladım. Yıllar içinde niteliği değişse de yüzlerce bilmece yaptım. O zaman bu bilmeceleri çözen lise, üniversite öğrencileri şimdi olgun yaşta insanlar oldu, okurum olmaya devam edenler de var.

Başlangıçta çok basit, sıradan, daha ziyade komik yanı olan bulmacalar kullandım; örneğin: “...Bir ıssız adaya düştünüz. Yiyecek bulmakta zorlanıyorsunuz. Adada Hindistan cevizi ağaçları ve üzerinde maymunlar var. Yerde de birkaç taş parçası var. Ağaçtaki Hindistan cevizlerini nasıl elde edersiniz?” Cevap acıklı denecek basitlikte: “Yerden aldığım taşı maymunlara atarım, onlar da bana ellerine geçirdikleri Hindistan cevizlerini geriye fırlatırlar.” Neyse ki okurların her şeye rağmen gösterdikleri yakın ilgiyle sorular karmaşıklaştı ve zorlaştı. Böylece zaten çözümü herkese zor gelen bilmeceleri çözemeyenler kendilerini pek akıllı değilmiş gibi hissetmekten kurtuldular. Ne de olsa, tıpkı sınavlarda olduğu gibi, başarısızlığın kaderini başkalarıyla paylaşmak rahatlatıcı.

Bilmeceleri çözebilme süratimize bakarak, zekâmızı kestirmeye çalışmamız, arka taraftaki çözümlere bir yandan göz atarak zekâ skorumuzu yükseltmeye çabalamamız yadırganmamalı. Kaba kuvvetin egemen olduğu bir hayatta, pazularımızı geliştiremediysek, belki zekâmızı geliştirerek hayatta kalabileceğimize inanmaya ihtiyaç duyabiliriz.

Zekâ tapınmasının yaygınlaşmasına şaşırmıyorum, zekâdan herkesin ne anladığı ise bir muamma. Nereye çekersen oraya gitsin cinsten bir içi boş kavram. Zekâmızın bu tarafı gelişmediyse, öbür tarafını geliştirebiliriz. Duygusal zekâmız parlak değilse, spiritüel zekâmızı, matematiksel zekâmızda pek hayat yoksa ticari zekâmızı geliştirecek yöntemlere yönelebiliriz.

Bu zekâ meraklılığı böyle devam ettikçe, varlığından memnuniyet duyacağımız zekâ çeşitlerini arttırma heveslisi yazarlar, kuramsal temeli tam oturmamış zekâ türlerini piyasaya sürmeye devam edecekler. Örneğin ben, vaktiyle, teorik zekâ diye bir ‘kavram’ ortaya atmıştım. Ülkemizin özellikle pratik zekâ adıyla bilmeyi tercih ettiği uyanıklık, ya da kurnazlık, kavramına, bu pratik zekâdan nasibini almamış (biraz kendim gibi) hiper rasyonelleri teselli etmek için geliştirdiğim (yâni, uydurduğum) bu ‘teorik zekâ’ kavramı hakkında sonradan konuşma davetleri bile aldım.

Zekâyı o kadar da ciddiye almayın. Nasıl bir insan olduğumuzu, ya da insan olup olmadığımızı ve hayata karşı duruşumuzdaki farklılıkları belirleyen birçok başka öge var; esnek düşünebilme, sezebilme ya da sorumluluk hissetme gibi.

***

Bilmecelerin çoğunluğunu oluşturan, içgörü problemleri olarak adlandırabileceğimiz kategorinin zekâyla ilgili bir ölçü olup olmadığını Yale Üniversitesinden, Robert Sternberg ve Jonathan Davidson 1982 yılında kapsamlı bir şekilde araştırmış. Bu eskimemiş çalışmayı, özetle yazımız kapsamına almak isterim.

Değişik zorluk ve özellikteki 12 içgörü problemi, ilanla bulunarak çalışmaya katılan 30 kişiye soruluyor. Tümdengelim ve tümevarım testleri uygulanıyor. Tümdengelim bakışıyla bir soru: Bütün radyolar ekmektir. Bütün ekmekler kıldır. Öyleyse bütün radyolar kıldır. Doğru mu yanlış mı? Cevap: Doğru. Tümevarım bakışıyla bir soru: NOPQ, DEFL, ABCD, HIJK. Bu harf dizilerinden birisi diğerlerinden farklı bir kurala göre şekillenmiştir? Cevap: DEFL

Bunların uygulanmasındaki beklenti şu: Eğer içgörü problemleri gerçekten içgörü ve önsezi hakkında bir fikir veriyorsa, tümevarım testinin sonuçlarıyla içgörü problemlerinde elde edilen başarı arasında bir paralellik olmalıdır. Tümdengelimde sadece verili bilginin bir analiziyle sonuca varılıyorken, tümevarımda verili bilgiler kullanılarak yanıt verirken bilgilerin ötesine geçilir.

Bulgular şöyle: İçgörü problemlerindeki ve tümevarımda başarıyla, IQ testlerindeki skorların yüksekliği paralel. Soruların çözümü için en çok zaman harcayanların (cevabı hemencecik bulamayanların) IQ skorları yüksek, bu testlerde de daha başarılı olmuşlar. Diğer yandan, içgörü problemlerinin hepsi IQ hakkında eşit derecede fikir vermiyor. Örneğin, bir okuma hatası yüzünden kolayca yanlış çözülebilecek ‘hileli’ sorular da içgörü problemleri grubunda sayılıyor.

Çözemezsek zekâmızdan kuşku mu duymalıyız?

Bilmecelerin çözümünde sadece zekâ rol oynamıyor. Problemle uğraştığımız mekândan probleme ayırabildiğimiz zamana, o anda çözmeye uğraştığımız diğer problemlere, hatta bilmece deneyimi daha fazla birisinin bilmeceleri hızla çözüp moralimizi bozmasına kadar uzanan bir etkenler zinciri var.

Çok zor bilmecelerden, çözene madalya verilecek kadar çapraşık bilmecelerden uzak durmak da iyi olur. Bu tür bilmeceleri hazırlayanlar için karışık ve hileli bilmeceler, sırrı çözülemez sayı dizilerini hazırlamak tabii ki onları çözmekten kolay.

Bilmece çözebilmekten elde edeceğimiz kazançlardan birisi, kendimizi çok akıllı hissetmemiz. Arada kendimize saygımızı pekiştirmeye ihtiyacımız var. Fakat bilmece çözme sürecinin bu gönül okşayıcı yanının ötesinde bakış açılarımızı zenginleştirici bir etkisi var. Soruna ya da probleme, alttan, üstten, yandan bakmak olumlu bir alışkanlık haline geliyor. Her seferinde baktığımız nesnenin yeni bir özelliğini fark ediyoruz. Bu da bakış açımızda tek bir perspektife takılıp kalmamaya, dengeli ve her olasılığı tartan yaklaşımlara, gereğinde hızlıca durumu görebilmeye imkân veriyor.

Çözemediğimiz bilmeceler aklımızın ölçüsü olmadığı gibi, her sorunu, her bilmeceyi çözebilmek zorunda değiliz. Bilmece çözemezsek, biz de gider bilmece hazırlarız.

***

Belki araştırmadaki testlerde kullanılan ve büyük çoğunluğun çözemediği en zor soruyu merak etmişsinizdir. Katılanların sadece yüzde 7'si doğru cevaplayabilmiş: Bir şişe şarap 10 dolar. Şarap, şişeden 9 dolar daha değerli. Şişe kaç para? Cevap: 1/2 dolar.

Zekâ düzeyi hakkında en çok fikir veren soru ise şu: Bir gölde, yaz başında bir tek nilüfer vardı. Nilüferin kapladığı alan her yirmi dört saatte iki katına çıkıyordu. Gölün nilüferle kaplanması 60 gün sürdü. Nilüferler gölün yarısını kapladığında kaçıncı gündü? Cevap: Bende kalsın. J

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün