Tarihçi Tom Segev, ‘One Palestine Complete’ adlı kitabında, Ortadoğu’daki ilk Arap milliyetçiliğinin, 1900’lerin başlarında Hıristiyan Araplar tarafından dile getirilmeye başlandığından söz eder. Sol kaynaklı bu akımın ilhamını, bölgeye yerleşip çölden verimli bir toprak yaratmaya çalışan benzer eğilimli Yahudilerden aldığını söylemek çok abartılı olmasa gerek. Temelleri üzerinde çatırdayan Osmanlı Devleti’nin akıbetinin kapalı kapılar ardındaki stratejilere konu olduğu o dönemlerde, dünya savaşının öncesindeki tozlu dumanlı yıllarda, gelecek arayışı, Filistin topraklarındaki tüm unsurları derinden meşgul eden bir olgudur.
O dönemlerde Yahudilerle Arapların, birbirine yabancı, ancak düşman olmayan topluluklar olduğunun altını çizmek gerekir. Bölgeye dağılmış, iki elin parmaklarını geçmeyen köy/kentlerde yaşayan Araplarla, göçebe Bedevi kabileleri ve geleceklerini burada kurmaya çalışan Yahudiler arasındaki etkileşimin, daha çok birbirini tanıma, birbirinden öğrenme, birbirinden ilham alma şeklinde geliştiğine dikkat çekmek gerekir.
İki halkın birbirine husumet beslemeğe başlaması Britanya Manda idaresinin kabaca ikinci on yılına rastlar. O dönemlerde ‘toprak’ konusu etrafında serpilen sorunların içinden çıkılamaz hale gelmesi, Arap milliyetçiliğinin içinden Hıristiyan unsurların ayıklanması ve Yahudi – Arap ilişkilerinin din eksenli bir karaktere evrilmesi ile mümkün olur.
Bu anlamda, bugün bildiğimiz şekli ile Filistin hareketinin siyasi başlangıcını, Adolf Hitler’e derin hayranlık duyan, ‘Nihai Çözüm’ü bu coğrafyada uygulamak için Afrika’nın kuzeyinden buraya sarkmaya çalışan Rommel ordularını sabırsızlıkla bekleyen, Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyni’ye kadar sürmek olası.
El Hüseyni, bölgede Yahudi egemenliğine izin vermenin Şer’i hükümlere aykırı olduğuna karar verir. Önceden Osmanlı idaresinde olan bu coğrafyanın tamamını Vakıf’a ait Müslüman toprağı olarak görür. Hangi yolla olursa olsun burada, küçük de olsa, bir Yahudi Devleti kurulmasına karşı çıkar. Bu çerçevede, Filistin Araplarına önerilen tüm taksim planlarını ret eder. Oysa, iki toplumlu/devletli çözüm, hem Britanya’nın Manda politikasına hem de Birleşmiş Milletler 1947 Taksim Planına uygundur.
Hamas’ın bugün dayattığı çözümsüzlük de burada saklı. Filistin tarafı, bugüne dek hiç iki toplumlu/devletli çözümü kabul etmedi. Yöntem olarak, el Hüseyni’nin Hitler’den aldığı – ya da kimine göre ona ilham verdiği – fiziksel elemeyi kendine düstur edindi.
Unutulmamalıdır ki, el Hüseyni, savaş yıllarını Hitler’in konuğu olarak Berlin’in yamacında geçirdi. Bir yandan Avrupa ve Kafkas İslam toplumlarından devşirme SS taburları oluştururken, bir yandan da, kurmuş olduğu Arapça yayın yapan Berlin radyosundan Yahudilere karşı kinini kusmaya devam etti. Bu taburların Balkanlar’da Yahudi katliamlarına katıldıkları bilinir.
Görüşlerini el Hüseyni’nin siyasi mirası üzerine oturtan Hamas ne söylemlerinde ne uygulamalarında değişiklik yapmıştır. Kuruluş Beyannamesi tüm Yahudi halkına karşı düşmanlık içerir. Yahudileri şeytanlaştırır. Bu, Gazze’de erki eline geçirdiği 2007 seçimlerinden önce de, sonra da böyleydi. Şimdi de böyle. 7 Ekim, birçok anlamda bir milat olarak görülebilir, ancak Hamas’ın özelde İsrail’e, genelde Yahudiliğe bakışı açısından öyle değildir.
Peki, Hamas yanlılarının batı kentlerinin sokaklarında haykırdıkları şekli ile, İsrail’in yerine gelmesini istedikleri “nehirden denize özgür Filistin” nasıl bir ülke olacaktır? Geçmişe doğru bakarak oluşan mantık, erkek egemen, teokratik – otokratik bir yönetimin dümenine geçtiği, devlet geleneğinden yoksun, muhalefetin her fırsatta susturulduğu, tasfiye edildiği bir ülke beklentisinin normal olacağını ifade edecektir.
Arkasına, başta sol olmak üzere dünya kamuoyunun rüzgarını alan, kimine göre bir direniş hareketinin hedeflediklerinin, barışçıl, birleştirici, refahı arttırıcı, sosyal adaleti düstur edinen bir yapı olması beklenir. Kuruluş beyannamesinde siyasi İslam’ı önceleyen, kendinden olmayanın katlini kutsayan ve bu yolda her şeyi mubah sayan bir anlayışın böylesi bir desteğe mazhar olması, yüzyılın çeyreğini devirmeye hazırlandığımız şu zaman diliminde, ayrıca düşünülmesi gereken bir durum değil midir?