'Aşk, Seks, Vadedilmiş Topraklar' / Hikayeler sürecek…

İzel ROZENTAL Köşe Yazısı
26 Haziran 2024 Çarşamba

Çizgi roman meraklısıyım ya, kapağında yetkin çizgisini çok beğendiğim Zac Deloupy’nin adını, üstüne üstlük ‘Aşk, Seks ve Vadedilmiş Topraklar’ başlığını görünce, hiç tereddüt etmeden kitabı aldım. Arka kapaktaki kısa tanıtım yazısı da kitabın cazibesine ayrı bir katkı sağlıyordu:

“Çatışmaya yatak odasından bir bakış: 2018'de başlatılan bu araştırmayla, kadın - erkek, İsrailli - Filistinli, Arap - Yahudi, tam 16 tanık, savaşın ve dinin aşk ve cinsel yaşamlarını nasıl etkilediğini anlatıyorlar. Kodlanmış, kısıtlanmış, yaralı bir yaşam: Jeopolitiğin boyunduruğu altında aşk! İncelikli ve tabusuz bu çizgi roman, onlarca yıldır süren çatışmaya yeni bir ışık getiriyor.”

Nasıl, hoş değil mi? Onca yılgınlığa, umutsuzluğa mahkum olduğumuz bu zamanda böylesi satırları okumak insana iyi geliyor! Gerçi kitaptaki söyleşilerin hepsi o uğursuz 7 Ekim öncesinde gerçekleştirilmiş. 1992 Fransa doğumlu bağımsız gazeteci Salomé Parent-Rachdi, 2017-2020 arasında İsrail’de muhabirlik yaparken aşkları ve cinsel tercihleri toplum tarafından pek kabul görmeyen bazı kişilerle çeşitli söyleşiler yaptı. Çalışmadaki amaç, tüm karşıtlıklara karşın bazı insanların nasıl bir araya gelebildiklerini göstermek ve tanışıklık, empati ve sevgi sayesinde düşmanlıkların ve önyargıların nasıl bertaraf edilebildiğini kanıtlamaktı.

Gelin görün ki 7 Ekim koskoca incir çuvalını berbat etti! Kitap da zaten böyle başlıyor. Resimli romanın çizeri Zac Deloupy, endişeyle Salomé'yi arıyor: “Şimdi ne olacak? Her şeyden önce, tüm İsrailliler ve Filistinliler için olduğu gibi kitaptaki karakterlerimiz için de bir öncesi ve sonrası olacak...” diyor ve ekliyor Zac, “…ve dünyanın geri kalanı için de!”

Evet, 7 Ekim trajedisi maalesef bütün dünyayı geriye dönüşü olmayan bir yola soktu. Fakat bu çıkmaz yola dalmadan önce sizi kitaptaki -hepsi de gerçek- 16 kişiden bazılarıyla tanıştırmak istiyorum.

Örneğin Avi, 28 yaşında. Annesi sonradan muhafazakar olan Amerikalı eski bir hippi, baba ise Litvanya kökenli ultra-ortodoks bir ailenin mensubu. Avi Kudüs’te, ailesinin son derece katı muhafazakar kuralları altında büyümüş, ta ki ergenlik çağına gelinceye kadar… Kızlarla görüşüp konuşmaya başlayınca üç yaşından beri uzattığı buklelerini kesmiş. “Tanrı’ya tabii ki inanıyorum, ama artık dindar değilim” diyor.

Muhammet de Avi ile aynı yaşta, fakat o Gazze’de büyümüş. Ergenlik çağına geldiğinde gay olduğunu keşfetmiş. Açık fikirli ailesine durumunu açıkladığında beklemediği bir tepkiyle karşılaşmış. Gazze’de homoseksüelliğin cezası ölüm olduğundan uzun süre cinsel tercihini gizlemek zorunda kalmış, ailesine de bir daha ‘gay’lik yapmayacağına (!) dair söz vermiş. Şimdi Los Angeles’de yaşıyor.

Tsahi Halevi ile Lucy Aharish’in isimlerini duymuş olabilirsiniz. Halevi ‘Fauda’ dizisinde oynamıştı, İsrail’in tanınmış aktörlerinden, aynı zamanda şarkıcı. Lucy Aharish ise oldukça popüler bir Müslüman-Arap televizyon sunucusuydu. 2014 yılında, Gazze’de sivilleri hedef yaptığı için Hamas’ı eleştirmekten kaçınmamıştı. 2020’de ise, KAN-11 kanalındaki prime time sunuculuğundan kovulmasının nedeni Netanyahu’yu eleştirmiş olmasıydı.

Halevi ile Aharish beş yıl süren gizli ilişkilerinin sonunda evlenmeye karar verince durumu ailelerine açmışlar. Zorlu geçen süreç, ailelerin birbirlerini tanımasıyla tatlıya bağlanmış ve evlenip çocuk sahibi olmuşlar. Bugün hâlâ her iki toplum bireylerinin bu medyatik evliliğe şiddetle karşı çıkmalarına karşın çift mutlu birlikteliklerini sürdürüyor…

Bunlar kitaptan rasgele seçtiğim karakterler. Yazarlar kitabın sonuna bir ‘sinopsis’ ekleyerek tanıklıklarına başvurdukları kişilerin 7 Ekim sonrası görüşlerini almak istemişler. Bazılarına ulaşamamışlar, fakat çoğu görüş bildirmiş. Avi, “Bütün İsrailli Yahudilerle büyük bir dayanışma içindeyim, artık büyük toplumun bir ferdi olduğumu hissediyorum. Filistinli Arap arkadaşlarımla bundan sonrası çok zor olacak” diyor.

Muhammet ise, “Yahudi ve İsrailli arkadaşlarım vardı, kimi zaman zor olsa da birbirimizi anlar, desteklerdik. Ama 7 Ekim her şeyi kırıp döktü. Gazze enkaza dönüştü, evim yıkıldı, çocukluğumun bütün fotoğraflarını yitirdim. Hamas’ı hep eleştirmiştim, fakat bugün artık yaşananları gördükçe direnişlerini anlayabiliyorum” diyor.

Her şey asıl şimdi başlıyor” diyen Lucy Aharish, artık yeni bir gerçekle yüz yüze olduğumuzu vurguluyor. “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ‘bir daha asla unutmayacağımıza’ inanmakla aptallık ettik. Oysa ki o zaman bazıları gerçekten de olup bitenin farkında değildi. Bugün ise bazılarının söyledikleri, bilmedikleri değil, görmek istemedikleridir” diyor.

Bu ve benzer satırları okuduktan sonra, insan özlenen huzurun ne kadar uzakta olduğunu bir kez daha anlıyor. Umutsuzluğa kapılmamak elde değil! 7 Ekim’den bu yana iki taraftaki ölü sayısı kırk bine ulaştı bile. Sayı saymak dile kolay, oysa sayılar birer bireyi tanımlıyor. Sevgilileri, sevenleri, sevdikleri olan birer can! Bu insanlar bir şekilde karşılaşmış, tanışmış olsalardı birbirlerini bu kadar kolay öldürebilirler miydi? Sanmıyorum.

Söyleşileri yapan Salomé Parent-Rachdi de karamsarlığını okurlarıyla paylaşıyor: “Sanki onlarca yıl geriye gitmişiz gibi bir izlenimim var, barış müzakerelerinden hiç söz etmeyelim... Oslo'dan bu yana açıkça bir duraklama içindeydiler... Büyük bir kaos ve nefret ortamında olduğumuz kesin. Belki daha sonra iyimser olanlar, tüm bu şiddetten olumlu bir şeyin çıkabileceğini söyleyecektir. Yeter ki her iki tarafta da yeniden konuşma isteği olsun.”

Fakat bir ara, istemsiz de olsa, iyimser bir cümle dökülüyor yazarın ağzından:

“Yaşanan tüm dehşete rağmen insanlar birbirlerini sevmeyi ve hikayelerini yaşamayı sürdürecek…”

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün