7 Haziran 1967 günü Mısırlılar milletçe radyolarının başına oturmuş, sevgili oğullarından birçoğunu ilgilendiren bir savaş hakkındaki haber bültenini pür dikkatle dinliyordu. Çoğu endişeli ve merak içerisinde olsa da bir iyimserlik havası ön plandaydı. Bir yurtseverlik şarkısı sona ererken spiker Ahmed Said’in tanıdık ve güvenilir sesi araya girdi.
“Muzaffer ve kutsal Mısır Hava Kuvvetleri düşmanını yenilgiye uğratmıştır. Sabah erken saatlerde dört düşman avcı uçağı düşürülmüş, sekiz tank da imha edilmiştir.
Ulusumuzun ordusu önemli mevziler de kazanarak yüzlerce düşman askerini esir almıştır.”
Radyonun etrafında toplanmış yüz binler bu haberi dinledikten sonra mutlulukla defalarca kucaklaştı.
Ahmed Said’in verdiği haberin baştan sona gerçek dışı olduğunu öğrenmelerine sadece birkaç gün vardı. Haberler dikkatleri Mısır’ın ve Arap müttefiklerinin İsrail ordusu karşısında verdiği büyük kayıplardan başka yöne çekmek için özellikle uydurulmuştu.
Altı Gün Savaşı, Mısır’ın Sina Yarımadasını,yani ülke topraklarının yüzde 6’sını kaybetmesine, on ila on beş bin askerinin ölmesine ve hava kuvvetlerinin yok edilmesine yol açmakla kalmadı. O sırada Arap dünyasının en ateşli yayınlarını yapan Arapların Sesi Radyosu’nun da sonunu hazırladı. Radyonun sevilen ve efsanevi demagogu Ahmed Said altı gün boyunca seslendirdiği uydurma haberler yağmurundan sonra bütün meşruiyetini ve saygınlığını yitirdi. Ahmed Said o kadar inandırıcı bir ses tonuyla haberleri aktarıyordu ki; Mısır’ın ağır yenilgisi duyulduğunda çoğu Mısırlı buna inanamadı, kabullenemedi…
O tarihten bugüne Ortadoğu’daki medya 2000’lerin ortalarında El Cezire gibi Körfez merkezli yüksek bütçeli televizyon kanallarının ve az sayıdaki özel yayın dışında ülkelerin kötüye giden ekonomik ve siyasi durumunu bol bol rötuşlayarak sunmaya devam etti.
Gerek 7 Ekim’den bu yana devam eden savaşta, gerekse de ülkelerin gündeminde artık sosyal medya platformlarının dijital yayıncılara büyük bir baskı hissettirdiği, oyun kurucu rolünü de üstlendiklerini görmekteyiz.
Medyanın haberleri veriş şeklinin, adeta halkın nabzını ve tepkisini nasıl yönlendirdiğine yakın zamandan iki ayrı örnekle ilerleyelim.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da kimi AVM’lerde habersiz bir şekilde ortalığı sloganlarla inletip orada duranlardan hesap soranları, hatta Diyarbakır’ın Sur ilçesinde bir hamburger dükkanını basıp ‘İsrail’e hesap sormak’ amaçlı eylem yapanları izledik.
Her iki videonun da, mevcut savaşı protesto etmekten çok kaçışan insanlar, korkuyla bakan çocuklarla kendi insanımıza endişe yaratmaya yaradığını gözlemleyebilirsiniz.
Sizce medyanın İsrail-Filistin sorununun çözümüne hiçbir katkısı olmayacak bu eylemlerde bir rolü olabilir mi?
Öte yandan bir başka haber organında ‘Tüm İnsanlık için tehlike’ başlığı ile kurban sunmalı, iğneli fıçılı Ortaçağ antisemitizminden fırlamış bir köşe yazısı bol hedef göstermeli olarak yer aldı.Gün geçmiyor ki,mevcut süreçte hiçbir müdahili olmayan, ülkesinin çıkarları için her alanda canla başla faaliyet gösteren, başarılarıyla gurur duyulan Türk Musevileri bu gibi haberlerle medyada hedef gösterilmesin.
Geçmişin nitelikli gazetecileri aramızdan tek tek ayrılırken, iktidar veya muhalefet fark etmeksizin tek bir görüşe hizmet etmek için yetişen, ağabeylerinden bu fikirleri sorgulamadan alan ‘sözde’ gazeteciler gün geçtikçe toplum nezdinde mide bulandırmaya devam ediyor.
Cesur ve kararlı adımlarla, idealist zihinlerle, çıkarlardan bağımsız bedellerini ödeme pahasına medya sistemimizin tepeden tırnağa elden geçirilmesinden başka hiçbir şeyin bu soruna kalıcı sonuçlar vereceğine inanmıyorum.
Medyada okuduklarıma bir gün inanabilmek dileğiyle…