Mayıs ayında açıklanan en son TUİK verilerine göre, 2023 yılı sonunda Türkiye’de çalışan 31,6 milyon kişinin yüzde 57,6’sı hizmet sektöründe faaliyet gösteriyor. Bunun dışındakiler tarım yüzde 14,8; sanayi yüzde 21,2 ve inşaat sektörü yüzde 6,3 olarak dağılıyor. Bir sene öncesine göre tarım sektöründe çalışanlarda azalma var; sanayi aynı, hizmet sektöründe ise önemli bir artış kaydedilmiş.
20 sene öncesine göre tarım sektöründe çalışanların payı 10 puan azalmış, hizmet sektöründekilerin payı 10 puan artmış; sanayi sabit. Özal’lı yılların başlangıcında yani 1980’lere gittiğimizde çalışan her 100 kişinin 45’i tarım, ormancılık, avcılık ve balıkçılık kesiminde iken 2000 yılında bu oranın 36’ya, şimdi ise 15’e düşmüş olduğunu görmekteyiz[1].
Son 40 - 50 yıllık bir dönemde tarımda mekanizasyon dolayısı ile işgücü ihtiyacının azalması, sanayiye geçiş, hızlı kentleşme süreci sonunda hizmetler sektörü ağırlıklı bir ekonomiye dönüşüm sürecinin son virajına giriyoruz. OECD ülkelerinin bugünkü durumuna bakar isek, tarım sektöründeki istihdamın payı yüzde 5, hizmetler sektörü ise yüzde 74. Eğer işgücünün tarımdan hizmet sektörüne kayma süreci bizde de OECD ülkelerine benzer bir şekilde gelişecek ise, bir süre daha tarımdan uzaklaşmaya devam edeceğiz. Birleşik Arap Emirlikleri gibi çölde yerleşik küçük bir ülke olsak belki her türlü gıdayı dışarıdan ithal etmek bir strateji olabilirdi ancak sığınmacılarla 90 milyonu aşan nüfusu ve yıllık 57 milyon turisti ile ülkemizin her gün 100 milyona yakın insanı doyurabilmesi gerekiyor. Birçok gıdanın tarlada 1 lira iken neden pazarda 10 lira olduğunu anlayamayabiliriz ancak tarım sektöründe çalışacak insan bulunamaması, emeğin karşılığının alınamaması gibi sorunlar sürdükçe, gıda enflasyonunun kontrol altına alınabileceği bir dönem yakın görünmüyor.
Hizmet sektörü tanımı çok geniş bir tanım. Fabrika işçisi olmayan, tarım dışında çalışan herkes hizmet sektörü çalışanı sayılabilir. Buna AVM’lerdeki tezgahtarlar, şoförler, lojistikçiler, sağlık çalışanları, eğitimciler, kamu görevlileri, güvenlikçiler, bilgi-işlemciler, turizmciler, mühendisler gibi sayısız meslek alanları dahil oluyor. Dünya’nın üretim merkezi Çin’de durum nasıl diye merak ediyor iseniz gerek tarımın gerekse sanayinin toplam istihdamdaki payının OECD’ye göre oldukça daha yüksek olduğunu görürsünüz: Çin’de tarım yüzde 23, sanayi yüzde 29 ve hizmet yüzde 48. Mao’nun devrim kültürünün etkisi ile tarımı halen stratejik bir seviyede tutmak istiyor olabilirler. Sanayideki başarıları ise, malum.
Zurnanın zırt dediği yer gerek tarımda gerekse kimsenin yapmak istemediği işlerde çalışmak isteyen bulunamadığında bu işgücü açığının ithal işgücü ile kapatılması. Sanayileşme yıllarında Almanya’da somun sıkmaya giden ‘gastarbeiter’ler, Fransa’nın büyükşehirlerinde çöp toplama hizmetlerini üstlenen Afrikalı ve Cezayirliler veya Yunanistan’da garsonluk yapan Arnavutlar hep AB ekonomisine bu şekilde eklemlendiler. Çok da yararlı oldular. Türkiye’de ise Suriyeli sığınmacılar ile başlayan yeni dönemde imalat ve tarım kesiminde önemli bir işgücü ikamesi olduğuna şahit oluyoruz. Örnek olarak, bu araştırmam için izlediğim mülakatlardan birinde Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş Hatay ilinde tarım ile uğraşan kişi sayısının son 10 senede 38 binden 8 bine düştüğünü, birçok köylü ve toprak sahibinin girdi maliyetlerindeki artış nedeni ile toprağını ekemediğini ifade ediyor. Buna mukabil, eski kaymakamın AB fonları ile Suriyeli göçmenlerin çilek yetiştirmelerine olanak sağladığından ve bu çilek hasadının başarılı bir şekilde ihraç edilerek Suriyeli göçmenlerin maddi durumlarını düzeltmelerine imkân sağladığından da söz ediyor. Bu çok iyi bir şey olmakla beraber, şimdi Suriyelilerin Hatay köylüsünden toprak satın almak veya icar olarak kullanmak istediklerinden ve bunun ciddi bir sosyal ve politik sorun haline geldiğinden bahsediyor.
Tarımdan bilgi toplumuna evrilme yolculuğunda yapay zeka ve robotların işimizi elimizden alıp almayacağını tartışırken yakın bir gelecekte tarladaki mahsulü toplayacak işgücünün bulunamayacağı bir döneme girebiliriz. Bulunduğu takdirde, AB ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de ithal işgücü ile gelen sosyokültürel uyumsuzlukların giderek arttığına şahit olabiliriz. Bu da akla gelişmiş ekonomilerde neden aşırı sağcı partilerin iş başına getirildiği sorusunu getiriyor.
Yaratılan katma değer düşük kaldığı için tarımda ücretler düşük; o nedenle insanlar tarımda çalışmak istemiyor. İnşaat sektöründe rant yüksek; dolayısı ile maaşlar yüksek. Bugün bir kule vinç operatörü 80 bin TL aylık alırken tarım işçisi asgari ücrete zor yaklaşıyor.
Diyeceğim o ki, domatesi ucuza yemenin görünmeyen maliyetine pek bakılmıyor.
[1] Tarım sektöründe önemli sayıda insanın kayıtsız işçi olarak çalıştığı biliniyor. Dolayısı ile çalışmayan nüfusun bir kısmının mevsimsel olarak tarım sektöründe istihdam edildiğini ancak bunun resmi istatistiklerde görünmediğini belirtmek gerekiyor.