Tufanlar, yolculuklar, dağılan diller, kabileler, kavimler, savaşlar, mücadeleler, Tanrısal güç bahşedilenler, her birine anlam yüklenen bitkiler, hayvanlar ve nice tatlar… İnsanın var oluşuna dek uzanıyor mitlerin öyküleri de. Kavram kargaşasından sıklıkla bahsettiğimiz şu günlerde bir eğlence çeşidi olarak değil, tarihi anlamak, geçmişi anlamlandırmak ve hatta köklere geri dönebilmek amacıyla karşılaştırmalı olarak okunmalı mitoloji.
Son zamanlarda takip ettiğim oldukça başarılı bir genç var; ismi Bartu Bölükbaşı. İllüstratör ve çizgi roman sanatçısı Bölükbaşı, karakterlerine getirdiği yorumlar ve karşılaştırmalı analizleri ile uluslararası arenada çoktan yerini aldı. Dünya mitolojileri ile karşılaştırmalı olarak incelediği ve kendi yorumuyla görsel olarak betimlediği Türk Mitoloji Atlası isimli eseri, Wayfarer: Nomadic Realms isimli masaüstü rol yapma oyunu olan DND 5’e tabanlı FRP sistemine uyarlandı. Dolayısıyla Türk mitolojik kahramanlarının görüntüsü ve güçleri de değişti. Bir vuruşta koca Bizans ordusunu deviren Tarkanlardan, bir sıçrayışta koskoca kalenin bayrak direğine kadar varabilen Battal Gazi’nin oğlundan dünya çapında daha kabul gören ve gerçeğe daha yakın figürler yeni kuşağın hafızasını oluşturmaya başladı.
Türk mitolojisini bir yandan takip ederken diğer yandan da Mezopotamya’nın, dolayısıyla İbranilerin mitlerine de yeniden göz atmaya başladım.
Robert Graves’in, The Greek Myths’inin (Yunan Mitleri) ardından Macaristan doğumlu Yahudi tarihçi ve antropolog Raphael Patai ile yazdığı İbrani Mitleri: Tekvin-Yaratılış Kitabı’nın ilk baskısı 1964 yılını işaret etmesine rağmen kült olma özelliğini hâlâ koruyor. Kitapta İbrani mitlerinin Ege ve Mezopotamya mitleriyle de ilişkilendirilip karşılaştırmalı bir çerçeve sunulmasının yanında mitlerin farklı toplumlarda nasıl yer aldığı ve evrenselliği vurgulanıyor. Kitabı Türkçe yayına hazırlayan Ömer F. Oyal, Mezopotamya'daki yerleşik hayatın MÖ 3. bin yılın sonlarında Doğu’dan gelen akınlar sonucu ciddi biçimde sarsıldığını ve bu kaos döneminde birçok halkın Mezopotamya’dan Akdeniz’e doğru yer değiştirmek zorunda kaldığını belirtir. Bu halklardan biri de Batı Sami dili konuşan İbranilerdir. Ancak İbraniler yerleşik olmaktan çok göçer bir kavim olarak bahsedilmekte ve yazarlara göre yerleşik uygarlıklar tarafından aşağılanarak yersiz, yurtsuz gibi sıfatlarla anılmaktadır. İbraniler bir yandan hayvancılıkla uğraşıyor, öbür yandan geçici işlerde çalışıyor ve büyük devletlere paralı askerlik yapıyorlar. Oyal, izlerine ilk kez Mezopotamya kayıtlarında Hapiru veya Habiru olarak rastlandığını ve benzer biçimde Mısır kaynaklarının da Abiulardan veya Habirulardan sıkça söz ettiğini söyler. Eski Ahit-Tanah’ta Habiru teriminin bir yaşam tarzını aşağılayıcı bağlamda Mısırlıların kullandığı bir isim olarak yer alsa da bir süre sonra bu ismi benimsediklerini ve Ben Sira MÖ 2. yüzyılda Tanah’ta kullanılan dil ve yazıyı belirtmek için İbrani adını kullandıklarını belirtiyor.
Kitapta özellikle Türkiye’de bir türlü anlaşılmayan Yahudi/Musevi/İbrani sorununu çözebilecek cevaplar da yer alıyor; İbrani kavim isminin veya İbranilerin bir kolunun adının İsrailli olarak değişmesinin Yakup’un Tanrısal bir yaratıkla güreşmesinin anısına olduğu ve bundan sonra İbrani adının sadece dilin ve yazının ismini tanımlamayıp, buna ek olarak Musa öncesi dönemin karakterine atıfta bulunduğu da aktarılıyor. Bu nedenle 19. yüzyıldan itibaren İbrani kelimesinin, Musevi gibi inanç ya da Yahudi gibi ırk çağrışımlı değil, daha kapsayıcı ve etnik çağrışımlı bir isim olarak kullanılmaya başlandığı belirtiliyor. Yahudi ismininse Yehuda Krallığı’na ve onun tabiyetine gönderme yaptığı anlatılıyor. Yakup’un 12 oğlundan Yehuda’nın, Güney Levant’ta kurduğu Yehuda kabilesinin gelişmesinden bahsedilerek, birinci dönemde İsrail Krallığı’nın kralı Şaul’un ölümüyle birlikte Yehuda topraklarındaki krallığın başına Yehuda kabilesinin lideri Davud’un geçmesi ile Yehuda Krallığı’nın oluştuğu belirtilir. Yazarlar, Yahudi kelimesinin Eski Ahit'te yer almadığını, terimin II. Makabeler Kitabı’nda ilk kez önümüze çıktığını ve Yunanca Yudaismos kelimesinden türetildiğini söylerler.
Kitapta, İngilizce baskısında da görebileceğiniz gibi kozmik güçler, periler, ruhlar, canavarlar, iblisler, melekler, devler ve kahramanlar modern antropoloji ve mitolojinin ışığında bolca kaleme alınmış. İbrani Mitleri bu hikâyelerin en erken dönemlerini yeniden kurmaya çalışmış. Öznenin kimi zaman kendisini yazmadığı, başkalarının ve -çokça da aşağılamak için başkalarının- özne hakkında yazdığı kavimlerin öyküsünü, kökenini, yaşayışını ve masallarını alışmış olduğumuz Tek Tanrılı dinlerin kitaplarından farklı bir rotada Tek Tanrılı dinlere kadar getiriyor.
İsmail Gezgin’in ‘Homo Narrans/ İnsan Niçin Anlatır?’ kitabında da belirttiği gibi toplumsal bilinçdışının ürünü olan mitler, insanın yaşam içinde ihtiyaç duyduğu sabitliği sağlar, insanı zaman ve mekan açısından büyük bir boşluktan kurtarıp yerine oturtur. Birbirinden etkilenen uygarlıkların, grupların, kavimlerin mitlerinde birbirine benzer şekilde varoluş öyküleri bulmak tesadüf olmamalı. Mitleri okumak böylesi bir çağda birçoğumuza ‘cahil insanın’ dünyayı yorumlama çabası olarak yansısa da bizim de böylesi bir hızda ve materyalizm içinde gün be gün daha da kaybediyor olduğumuz heyecanı, merakı, coşkuyu ve hayata her yeni gün farklı şekilde bakmamızı belki yeniden tayin edebilir. Çünkü mitler asla eğlence değildir, yaşamın, ölümün, aşkın, tutkunun, mücadelenin, sadakatin, erdemin ve daha nice kavramın bin yıllık öykülerinin anlatıldığı kocaman bir okul gibidir.