Amerikan trajedisi

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
3 Temmuz 2024 Çarşamba

Sonda söyleyeceğimi başta söylemeliyim.

Koskoca dünya lideri Amerika Birleşik Devleti’nde, başkanlık seçimi için yarışan iki aday bu ülke için rezalet bir görüntüdür. İkisinden birinin başkan olma durumunda, kaotik bir dünyaya hızla daldığımız tarihin bu evresinde bırakın kendi ülkelerini, dünyayı nerelere sürükleyecekleri, korkuyla düşünülmesi gereken trajik bir durum olsa gerek.

Biri, seçimleri kaybettiği için yandaşlarına Kongre Binasını işgal ettirerek darbe girişimine yol açan, cinsel taciz ve finans konularında hakkındaki 34 suçlamanın tamamından suçlu bulunan ve bu nedenle ABD tarihinin suçlu olduğu tescillenen ilk eski Başkan ve yeni Başkan adayı.

Diğeri ise 81 yaşında, konulara hakim olmasına rağmen konuşmakta zorluk çeken, fısıltı halinde konuşurken bazı sözcükleri unutan, hareketlerinde açıkça yavaşlama gösteren biri… Koskoca ABD’nin bunlardan başka aday çıkaramaması tarihte eşi benzeri görülmemiş rezalet hatta skandal bir durumdur.

Geçtiğimiz hafta iki adayın katıldığı ilk tartışma programında, Donald Trump kendinden çok emin, rakamlara hakim, net ve herkesin anlayacağı açıklıkta bir söylem tuttururken, yalana varacak kadar çarpıtmalarda da çok mahir bir görüntü verecekti. 6 Ocak 2021’de seçimin kaybedilmesine tepki koyan yandaşlarının bastığı Kongre Binasına 10 bin polis göndermeyi düşünürken bunun Temsilciler Meclisi’nin önceki Başkanı Nancy Pelosi tarafından durdurulduğunu söylemesi en başta Pelosi’yi kızdırmış olacak ki, Nancy onu ‘yalanlar manifestocusu’ olarak gösterecekti programın akabinde.

Rakibi Joe Biden’ın en zayıf noktası olarak gösterilen aşırı kibarlığını kullanarak, ülkede ve dış dünyada kimsenin ona saygı göstermediğini defalarca söyleyecek, onu Çin’in bir adamı olarak gösterecek ve en önemlisi de Ukrayna-Rusya savaşına dair, Rus çizgisinde yorum yapacaktı. Biden’e atfen, o olmasa Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmeyeceğini zira savaşı onun kışkırttığını, mealen de olsa söyleyecek kadar Batı dünyasının bu savaşla ilgili retoriğine son darbeyi indirecekti.

İsrail-Hamas savaşına dair de benzer bir tutum takınacak, “Ben Başkan olsam Hamas veya Hizbullah İsrail’e saldıramazdı” diyecekti.

Trump’ın tartışmada iklim kriziyle ilgili söyledikleri ise trajikomikti. “İklim krizine karşı ne önlem alacaksınız” sorusuna verdiği cevap tarihte bir Başkan adayının en absürt sözleri olacaktı:

Ben başkanken ABD’de hava kalitesi mükemmeldi. En temiz su benim dönemimde vardı.”

***

New York Times’ın yayın kurulunun ortak görüşü olarak yazdığı makalede Trump için çok ağır ifadeler kullanılmış olması ülkenin geldiği durumu gözler önüne seriyordu. Makalede şöyle deniyordu:

Tartışmanın ardından Cumhuriyetçilerin kendilerinin daha derin bir iç araştırma yapmamaları bir trajedi olsa gerek. Trump'ın söylemleri onun yarıştan çektirilmesi için yeterli olmalı. Eylemleri, başkan olarak geçmişi ve rakibi hakkında açıkça ve defalarca yalan söyledi. ABD ekonomisine zarar verecek, sivil özgürlükleri baltalayacak ve ABD'nin diğer ülkelerle ilişkilerini bozacak planların ana hatlarını çizdi. Yenilgiyi kabul edeceğine dair söz vermeyi reddetti, bunun yerine 6 Ocak'ta Kongre'ye yönelik saldırıyı kışkırtan retoriğe geri döndü.”

Başkan Biden’ın ise, beklenilenin üstünde bir performans göstermesine rağmen Trump tarafından defalarca ezildiğine tanık olunacaktı. Kurnaz bir işadamı-siyasetçi karşısında ABD’nin geleneksel kibar Başkan profilinin tartışmada ezileceğini görmek pek sürpriz olmayacaktı. Trump’ın defalarca ‘bu ülkeyi mahvettin, yok ettin’ suçlamalarına sadece kibar bir gülümseme ile cevap vermesi en çok Trump’ı sevindiriyordu. Zira dönem, kibar olmaktan öte hedefe odaklanmış, bu uğurda hiçbir engel tanımayan makyavelist ve popülist siyasetçilerin zamanıydı. Demokrasi onlar için vitrin süsüne dönüştürülecek sadece bir araç olmalıydı.

Belki de yüzyıllar sonra Platon haklı çıkacaktı. Ünlü düşünür, “Halktan daha çok oy almak ve kendini beğendirmek için kimi siyasetçiler demokrasiye bile zarar vermekten kendilerini alıkoymazlar ve sistem gittikçe bir tiranlığa dönüşür” demişti. ABD henüz bu durumda değil ama göçmenler ve büyük ekonomik dengesizlikler yüzünden çok zor durumda kalan orta sınıfın bir kurtarıcı arayışı tüm demokratik ve liberal dünyada olduğu gibi bu tür otoriter ve popülist siyasetçilerin önünü açmakta. Bu türlerin en sevmedikleri demokratik kavram ise kuvvetler ayrılığı. Trump’ın da bunu sevmediğini, hem kaybettiği seçim sonrası yaptıkları ile hem de, kendisine açılan davalara karşı takındığı tutum ile gösteriyor. ABD’nin yerleşik kurum ve değerleriyle oynamaktan da hiç sakınmayan biri.

***

Geçen haftaki tartışma programından sonra Demokratlar derin uykularından uyanıp bu işin Biden ile olamayacağını en sonunda anlamış durumdalar. Bunu herkes aylar önce görmüş ve uyarmışken, uyanma için sanki Trump’ın Biden’ın karşısındaki her şeye rağmen parlak performansını görmelerini beklemişler. Bu saatten sonra, adaylıktan çekilmesi için Biden ve ailesinin ikna edilmesi zor ama yine de mümkün. Ünlü yazar Thomas Friedman’ın deyimiyle “Vatanın elden gitmemesi için kendini feda ederek tarihi bir Başkan olarak anılması pek mümkün”. Zira Friedman’a göre tarihin önemli bir kavşağındayız. Hem teknolojik hem de iklimsel bozulma ve sıkıntıların olacağı ve hayatımızın her bir yönünü değiştirecek yapay zekanın hayatlarımıza hakim olacağı bir döneme giriyoruz.

Böyle bir zamanda popülistten çok öte, akil yöneticilere ihtiyaç var.

Ancak sokaktaki insan için öncelik doğal olarak cebi ve geleceği.

Trajedi de burada.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün