Kısa süre önce geçen bir konuşma… - Avi Alkaş´ın kitabını aldın mı? - Aldım ama henüz okumadım. - Neden herkesin elinde? - ´Herkes…´
Eskiden beri yeni aldığım bir giysiyi hemen kullanmaktan hoşlanmadım. Dolapta bir süre durur, bütünleştiğimi hissettiğim zaman giyerim. Garip bir huy ama kimseye zararı yok.
Kitaplar da benim için aynen öyle. Özellikle, aciliyeti yoksa bir kitabı okumak için doğru zamanı beklerim. Birkaç nedeni var… Çocuk yaşlarda evde başlayan, ‘şu kadar sayfa okuma’ zorunluluğu, ortaokulda alışkanlığa, lise çağında ise tutkuya dönüştü. Bu tutkuyu rahmetle andığım biri Türk, diğeri Amerikalı edebiyat öğretmenlerime borçluyum.
Batı eğitimi alıp, Doğu’nun etik değerleriyle yetişen bir nesildenim. Bununla birlikte baskıcı olmayan, araştırmaya yönelik bir eğitim sistemi, hayatımın birçok evresinde olaylara daha geniş açıdan bakmama yaradı. ‘Önyargı’lardan arınmamı sağladı mı? Hayır. Halen istemsiz dahi olsa, sonradan kendime içerlesem de önyargının insan doğasında var olduğuna inanıyorum.
Bu, kişilerin fiziksel görünüşü, henüz okumadığınız bir kitap veya yazarı vs gibi bin bir örnekle çoğaltılabilir.
Uzun yıllar, biyolojik saatim geceye endeksliydi. Evde el ayak çekilince, zamanımı istediğim gibi kullanır, gündüzleri yetiştiremediğim işleri tamamlar, günün ilk ışıklarına kadar kitap okurdum. Güneşin doğuşunu yakaladığım çok olmuştur. Ancak güneşin doğuşunu izlemek için erken kalktığımı hiç hatırlamıyorum.
Bünye zaman içinde değişime uğruyor; gözler daha çabuk yoruluyor. Eşyanın tabiatına aykırı davranamadığımdan gece okumaları yerini gündüz saatlerine bıraktı. Hal böyle olunca, şiir/roman/ hikâye türü kitapları her yerde okuyabiliyorum. Dikkatimi yoğunlaştırmak istediklerimi ise özellikle ortamın daha sessiz olduğu yaz aylarına bırakmayı yeğliyorum. Onun için Avi Alkaş’ın kitabını, ‘herkes’ gibi hemen okuyamadım.
↔↔↔
Yaz geldi…
Önümde dört kitap duruyordu. İlki, Ülker Banguoğlu Bilgin’in yazdığı ‘İki Devir İki Kadın’ başlıklıydı. Dikkatimi çekmesinin başlıca nedeni, her yönüyle takdir ettiğim lise edebiyat öğretmenim Perizat Banguoğlu’yla ilgili olmasıydı. Bir geçiş dönemi öyküsü olarak ülkemizin toplumsal dönüşümlerine de tanıklık eden kitabı kaleme alan, Perizat Hanım’ın dört çocuğundan biri olan Ülker B. Bilgin’di.
Perizat Hanım öğrencileriyle diyalog kurabilen, sabırlı, her açıdan ölçülü, zarif bir hanımefendiydi. Genç yaşımıza rağmen onda bir farklılık hisseder ama adını koyamazdık. Zaman içinde bu sözcüğün ‘asalet’ olduğunu anlayacaktık. Dilbilimci ve siyasetçi eşi Tahsin Banguoğlu’nun milletvekili olduğunu, Milli Eğitim Bakanı olarak görev yaptığını, ardından Londra Üniversitesi Türkoloji Bölümünde ders verdiğini sonradan öğrenecektim.
Genelde aynı yazarın birkaç kitabını peş peşe okumayı sevmem. Artısı olduğu kadar eksisi de çoktur. Dolayısıyla Ülker B. Bilgin’in diğer yapıtlarını farklı aralıklarla okudum.
↔↔↔
Sıra geldi, Avi Alkaş’ın, ‘Alış Veriş İşleri’ ile Rıfat N. Bali’nin, ‘Bilanço Zamanı: Baki Kalan Bu Kubbede Bir Boş Sada İmiş… (1992-2023)’ kitaplarına…
Yapıtları iki farklı şekilde okudum. Sabrım olunca bazı bölümlere üçüncü bir kez daha bakabilirim.
Her iki kitabın önce, ‘İçindekiler’ bölümüne baktım. Dikkatimi çeken konu başlıklarını seçip o sayfalara göz attım. Aslında bunun adı ‘merak’, anlayıp öğrenmek değil. İkinci keresinde her zaman yaptığım gibi cetvel ve kurşun kalemle önemli bulduğum yerlerin altını çizerek okudum. İtiraf edeyim, iki kitap da çok zorladı. ‘Alış Veriş İşleri’; Alkaş’ın ilk kitabı ile ilgili birçok söyleşi yapıldı. İradesi, yurt içi, yurt dışı başarı ve ödülleri, yaşananlara rağmen sağlam ve dengeli duruşu… Yeniden yazmak, tekrardan öteye gitmeyecek.
Projeler, dijital yenilikler, grafikler, gençlere kılavuzluk gibi deneyimleri okudukça sözcükler bile adeta koşuyordu. Kürkçü Han’dan Han Spaces’a ulaşan maratonu takip etmek için Mia Mai’de soluklanmam iyi bir fikir olabilirdi.
Geleceğe dönük yeniliklerin hepsini kavradığımı söyleyemem. Ancak kitaptaki iki altın anahtar tüm zamanlar için geçerli. “Gerçek değerin çevren ve ilişki ağındır”; “Mutlu bir hayat için kişinin yaşam çemberi çok önemlidir. Birinci çember ailedir”.
↔↔↔
Rıfat N. Bali’nin, ‘Bilanço Zamanı’ kitabının arka kapağında “Geçip giden zaman karşısında bir yenilginin, bir hayal kırıklığının hikâyesi” cümlesine sade bir okur olarak tümüyle katıldığımı söyleyemem. Yaşam siyah-beyazdan ibaret değil. Aradaki ‘gri’yi yansıtmak bir araştırmacı için de geçerli değil mi?
Kitapta (benim için) kimi taşlar yerine oturdu, kimileri yerinden sarsıldı. Bali iğneyle kuyu kazmaktan vazgeçmeyen bir araştırmacı. Bazı ayrıntıları kavramak için sayfalarda ileri-geri dönüş yapmak çok kolay değil.
Hahambaşı Rav İsak Haleva ile dini kimlik hakkındaki bir sohbette Bali, yazı yazarken Yahudi olduğunu hiç düşünmediğini belirtti. Bu yanıtın kendi araştırmacı etiğinden mi yoksa altyapısındaki aile görüşünden mi kaynaklandığından emin olamadım.
Yapıtın, ‘Son Söz’ bölümünde Rıfat N. Bali, torunlarının onlarla yaşıt olan bütün çocukların (…) demokratik ve özgürlükçü bir Türkiye’de yaşayacaklarını ummak ve hayal etmek istediğini belirtiyor.
Hayal kurarken bile, ‘doğru’ ile ‘gerçek’ arasında ince bir çizgi olduğunu düşünüyorum.
Sağlıkla kalın.