Son yıllarda bütün spor dallarında ve özellikle futbolda, başarı sevinci olarak bazı semboller kullanılıyor. Bazısı, parmağını gökyüzüne uzatarak Tanrı’nın tevekkülünü ifade ediyor. Bazısı seyirciye kulaklarını kapatıyor, sus işareti yapıyor. Ronaldo kollarını kavuşturup uyuma pozu veriyor. Bunların çoğu masum bulunsa da bazılarına yaptırımlar uygulanıyor. Örneğin, bu anda oynanan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda gol sevinci yaşayan İngiliz oyuncu Bellingham, cinsellik ifade eden bir hareket yaptı. Karşılığında UEFA hem para cezası verdi, hem de bir yıl ertelemeli bir maç oynamama cezası verdi. Aynı şekilde Avusturya karşısında gol sevinci yaşayan Türk futbolcu Melih Demiral, iki eliyle bir selam verdi. Karşılığında hemen uygulanmak üzere iki maç ceza aldı. Daha sert bir ceza almasının nedeni, yaptığı sembolün siyasi içerik taşıma ihtimaliydi. Milliyetçiliğin, siyasi sembollerle spor arenasına inmesine karşı hassas olan Avrupa, millet üstünlüğü ile özdeşleşebilecek bir işarete ödün vermeyeceğini net olarak ifade etmek istedi.
Ufak bir parantez: Bana göre ‘milli’ takımlar yarışırken milliyetçiliğe karşı tavizsiz olmak biraz çelişkili. Sonuçta her ülke kendi takımları aracılığı ile birbirine üstünlük sağlamak için sahaya çıkıyor. Güç, yetenek ve zenginlik çarpıştırılıyor. Bu çarpışma centilmence yapıldığı için hoş görsem de, aslında özünde madalyalar aracılığı ile yapılan bir milliyet yarıştırması. Sporun bireysel olanları bana daha keyifli geliyor.
Gelelim bu selamlamada siyasi ima var mı yok mu tartışmasına. Gülümseyerek açıklama yapan Melih, Türklüğümle gurur duyduğum için yaptım dese de, milliyetçiliğin vatanseverlik ile aynı tutulamayacağı bilmediğini düşünüyorum. O tür milliyetçi selamlamalar, bana göre de dışlayıcı çağrışımlar içeriyor. Örneğin Nazi selamı gelişi güzel yapılamaz. Faşist İtalya’nın benimsediği Romalı selamlaması da keza. Bu hareketler yabancı düşmanlığı, ve hoşgörüsüzlüğü barındırıyor. Birlik yerine bölünme ve düşmanlık çağrıştırabilir. Ulusal üstünlüğe vurgu yapmak, dışlama ve saldırganlığın güçlü sembolleri olup, kapsayıcı ve demokratik olmaya çalışan Avrupa Birliği’nin prensiplerine aykırı kaçar.
Türkiye’den bakınca büyük çoğunluk, kendi konfor alanımızdan bu cezayı abartılı bulmuş olabiliriz. Hatta ‘aferin Melih’e’ bizi bir millet olarak yüceltti gibi gurur içeren takdirler yöneltebiliriz. Ancak Avrupa Ülkeleri, yükselen sağcılıkla baş etmeye çalışırken Avrupa Parlamentosu seçimleri aşırı sağın zaferi ile sonuçlandı. Sonuçta Avrupa, kendi içindeki endişeleri regüle etmek için bu tür masum dahi görünen sembolleri cezalandırmak zorunda kalıyor. Ancak hukuki önlemler yetersiz. Avrupa’nın kendi içindeki çelişkinin kökü 19. yüzyıla kadar kendi sömürdükleri ülkelerin kıta Avrupa’sına göçmen olarak gelmelerinin kısır döngüsünden ibaret. Yani sorun bir gol sevincinin cezalandırılmasından daha büyük… Avrupa eğitim ve farkındalık arttırıcı çalışmalarla aşırı ideolojilerin çekiciliğini azaltma stratejileri geliştirmeli. Radikalleşmenin bir risk olduğunu geçmişten bilen yaşlı kıta, sadece günü kurtarmanın peşinde…
Çok hayali de görülse, küresel bütünleşme ile bir gün milliyetçi selamların gerekmediği, korku ve dehşet saçmadığı günlere ulaşabiliriz…