Avrupa intihar mı ediyor?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
17 Temmuz 2024 Çarşamba

Dünya tarihi şu basit kuralla tanımlanır:

Nehrin her iki tarafında iki grup vardır. Her biri diğer grubun çeşitli kaynaklarına göz diker. İki grup arasındaki sürekli çatışmayı durduran tek şey, her iki grubun da saldırıya uğradıklarında diğerinin eşit ölçüde veya daha kötü karşılık vereceğinin biliyor olmasıdır.

Şimdi Batı'nın söz konusu temel tarihsel gerçekliği şekillendiren bu belirleyici dinamiği bir kenara atmaya karar verdiğini hayal edin.

Bizim olanı savunmak genlerimizde kök salmıştır; bu insan doğamızın merkezi bir özelliğidir. Ancak Batı bizim o kadar ilerici, o kadar empatik ve o kadar aydın olduğumuzu söylüyor ki, doğal biyolojimize bağlı olmadığımızı iddia ediyor. Dolayısıyla kültürümüzü savunmayacağız; mirasımızı savunmayacağız; dinimizi savunmayacağız; kadınlarımızı savunmayacağız; çocuklarımızı savunmayacağız; Değerlerimizi savunmayacağız.

Batılı liderlerimize göre bu tür savunma kaygılarından yalnızca barbarlar endişelenir. Açık sözlüyüz, kibarız, şefkatliyiz, misafirperveriz. Hiçbir kanıt bizi diğer grupların bize zarar verebileceğine ikna edemez. Ve dolayısıyla siyasetçimiz olacak çocuklarımızın beyinlerini yıkıyoruz; toplumlarımıza saldırılmasını hoşgörüyle karşılıyoruz çünkü bu bizim nazik olduğumuzu kanıtlıyor!...

Açıkçası iyimserliğim tükeniyor; umudumu yitirdim. Ama toplumunuz çılgınca intihar etmeye kararlıyken herhangi bir şeyi nasıl değiştirebilirsiniz?”

Bu sözler, Lübnan doğumlu Kanadalı ünlü yazar ve evrimsel davranış bilimcisi akademisyen Gad Saad’a ait. Batı toplumlarının göçmenler karşısındaki durumlarını inceleyen çok satan kitabı, ‘Toksik Zihin’de, Batı’nın kimi sol ve progresif kesimleri ile etkiledikleri ve etkilendikleri kimi liderlerin göçmen politikalarıyla alakalı bulaşıcı fikirlerinin sağduyuyu nasıl öldürdüğünü anlatmaya çalışıyor.

Yazar aslında, göçmenlerin yarattığı ekonomik ve özellikle kültürel sorunlar nedeniyle gelecek korkusu olan sokaktaki Batılının kaydığı aşırı sağ ve ırkçı politikaların kültürel gerekçelerini de ortaya koyarak Batı’yı uyarmak istiyor.

***

Başka coğrafyalara göç, tarih kadar eskidir. Lakin endüstriyel devrimle başlayan toplumlar arası ekonomik farklılıklar ve sonra da kapitalizmin yarattığı büyük eşitsizlikler son 100 yılda büyük göç olaylarına sebep olmakla birlikte kimi devletler de kendi iş gücünün karşılayamayacağı kimi alanlarda istihdam etmek için göçmenlere kapılarını bizzat kendileri açacaktı.

Göçmenler yerleştikleri toplumlara, ekonomik katkılar verecek, çok kültürlülüğün sağladığı geniş ufuklu düşünce zemini de yaratacak, yerel toplumlar farklı toplumlarla karşılaştıklarında kimi yerde bu zengin güçten de yararlanacaklardı. Bu durum Batı toplumlarında kültürel çeşitliliğin artmasına ve kültürel alışverişin zenginleşmesine yol açacaktı.

Batı’daki sorun, göçün kontrolden çıkması ve kaçak göçmen sayısının artması ile birlikte göçmenlerin geldikleri ülkelere entegre olamaması ile başlayacaktı.

Dil bariyerleri, kültürel farklılıklar ve toplumsal kabul gibi entegrasyon süreçlerinde yaşanan zorluklar, kimi zaman göçmenlerin topluma tam olarak dahil olmasını engellemeye başlayacak ve bu da yerel halk ile göçmenler arasında toplumsal gerginliğin artmasına neden olacaktı. Bu entegrasyon zorluğunun yarattığı sorunlara ilaveten, artmayan ekonomik pastadan göçmenler yüzünden payını kaybetme tehlikesi hissiyatına kapılan Batılı, göçmenleri kimi zaman işini ve geleceğini alan bir rakip hatta düşman olarak görecek, toplumdaki kutuplaşmalar artacak ve bunun neticesinde progresif ve sol kesimler göçmenlerin haklarını koşulsuz sahip çıkarken, bunun antitezi olarak geniş bir aşırı sağ taban yükselecekti, Batı toplumların içinden.

Gad Saad, sorunlu olarak gördüğü ve kendisine göre Batı için varoluş sorunu yaratan bu tablo karşısında, bugün eleştirisini sol ve progresif kesimlere yönelik olarak çok ağır sözlerle yapıyor.

Saad, İnsanların sadece gerçek fiziksel beyin solucanları tarafından parazitlenmesinin dışında ideolojik beyin solucanları tarafından da zehirlenebileceğini iddia ediyor. Bu nedenle Batı’daki etkin kimi sol kesimlere yönelik olarak fikir patojenleri ve parazit fikirler konseptini geliştirdiğini söylüyor. Bu kesimlerin bu tür hastalık yaratan ideolojik patojenler -mikroplar- yüzünden tüm toplumun gerçeği görmesinin engellendiğini, Batı’nın, gerçekliği ve sağduyuyu reddeden bir dizi fikir patojeni tarafından asalaklaştırılmaya çalışıldığını iddia ediyor ve tehlikenin gradosunu iyice arttırarak şöyle diyor:

Batı, gerçekliği, sağduyuyu, neden-sonuç ilişkilerini, mantığı, aklı ve bilimi reddeden bir dizi fikir patojeni tarafından asalaklaştırıldı. Hiçbir toplum böylesi bir epistemolojik saldırıya dayanamaz; bu uzun ve nihayetinde kanlı bir ölüm olacak ve Batı, kayıtlı tarihte asalak, parazit ideolojik coşkusu nedeniyle tamamen kendi kendine çöken ilk toplum olacak. Bu, insanlığın geleceğini şekillendirecek devasa bir Yunan trajedisidir. Bu abartı değil. Torunlarınız, asalak zihinlerin girintilerinde var olan bir ütopya arayışına dayanan progresif- 'ilerici' kibri için çok yüksek bir bedel ödeyecek.”

Saad, bu empati derecesinin intihara varacak kadar tehlike arz ettiğini, Batı’nın çoğu temel değerlerine tamamen uyumsuz kültürel değerlere sahip olan milyonlarca yasal ve yasadışı göçmenin aktığı bir göçmen politikasının Batı’nın sonunu getireceğine inandığını söylüyor.

***

Saad meseleyi abartmış olabilir.  Kendisinin de bir göçmen çocuğu olduğu gerçeğini unutup kimi toplumsal olayların etkisinde kalıp bir paranoya içine de girmiş olabilir. Ancak, Batı’daki aşırı sağcı akımın bu denli yükselmesinin nedeninin bizatihi onun anlatmak istediği korkular ve son tahlildeki iddia ettiği ve toplumun önemli bir kesiminin hissettiği ölümcül tehlikeler olduğu aşikar.

Bu noktada önemli olan, göçmen politikalarını ve göçmenlerin entegrasyon süreçlerini yönetebilecek, hem ülkesinin ve toplumunun değerlerini gözeten hem de göçmenlerin haklarını koruyucu hümanist bir pencereden bakmayı başarabilecek akil siyasi ve toplumsal liderlerin varlığı.

Zira bu tarihi misyon, ne popülist ve kimi zaman ırkçı sağ siyasetçilerle ne de ayakları yere basmayan, sözde hümanist ama hayalci progresif sol siyasetçilerle yerine getirilebilir.

Aksi takdirde, ister yeni bir Yunan trajedisinin diyelim, ister medeniyetler çatışmasının diyelim, bunun tam tam sesleri pek yakında yakınımızda duyulacak.

Samuel Huntington haklı çıkmasın!...

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün