100 yıl evvel yaşasaydık daha mı mutlu olurduk?

Mois GABAY Köşe Yazısı
24 Temmuz 2024 Çarşamba

11 Temmuz Perşembe akşamı Anadolu Kulübü Büyükada Şubesi, Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş’ı, Kulüp Başkanı Rıfat Çiton moderatörlüğünde ağırladı. Yoğun katılımlı ve keyif dolu geçen sohbette Sayın Baltaş, Çiton’un sorularını yanıtlarken, günlük yaşamdan, iş hayatına, birey yetiştirmekten, aşk yaşamına birçok konuda üyeleri aydınlattı.

Bu söyleşiden aklımda kalan bazı ilginç soru-cevapları paylaşmak isterim.

Sayın Baltaş, söyleşisine salonda bulunanlara hayatın bugün mü yoksa geçmişte mi daha karanlık olduğunu sorgulayarak “Hangisinde daha mutlu olurduk?” sorusuyla başladı.

Nitekim, yüzyılın başında ve işgal yıllarındaki İstanbul’dan gösterdiği fotoğraf ve anlatımlar 100 yıl evvel de hayatın hele ki bu coğrafyada hiç kolay olmadığını hatırlattı. 1890 yılında Osmanlı’da doğmuş olsanız neler yaşardınız? Aynı yıllarda Avrupa’nın isteyeceğiniz bir yerinde hayat nasıl olurdu?

Herşey bir yana, Almanya Fransa savaşında 3 milyon genç ve ardından büyük savaşta 25 milyon insan hayatını kaybetmiş, İspanyol gribinden de yaklaşık 55 milyon insan ölmüştü…

Aradan geçen yüzyıl içinde çocuk ölümleri, çocuk işçiliği, derin yoksulluk (Bugün 2 USD altında yüzde 9), kadınların oy hakkı, okur yazar oranı, kız çocukların okullara gitmesi ve 0-1 yaş arası çocukların aşılanması gibi birçok konuda büyük ivme kaydedilmişti.

Öte yandan günümüz çocukları bireysel anlamda ekran başında geçen süreyle orantılı özsaygı, akademik başarı azalması, kaygı ve depresyonla mücadele etmekte. Başarının hep bir yokuş olduğunu unutan kimi ebeveynler, çocuklarımız yetişirken bizim çektiğimiz sıkıntıları çekmesin güdüsüyle aşırı empatili ve disiplinsiz bir nesil yetiştirmekteler.

Sizce tırmanarak Himalaya çıkan mı, yoksa helikopterle çıkan mı hayata daha hazırdır? Hayatın sadece refahına değil, bütününe ortak edilen, ev işleri gibi sıradan insanların da yaptıklarını yapabilen çocuklar ilerde daha iyi bir yönetici olabilecektir.

Acar Hoca, hayatın ve başarının bir yokuş olduğu ve bu dünyanın kimseye iyi bir hayat borçlu olmadığını vurguladığı söyleşisinde evlilik öncesi çiftlerin birbirine sormalarının yararlı olacağı yedi soruyu da dinleyicilere bu vesileyle iletti.

- Bende en çekici bulduğun şey ne? (Bu soru sonrasında ayrılma ve çatışma sebebi olabilmektedir.)

- Elinde olsa bende neyi değiştirirsin?

- Kadın - erkek rolünden ne anlıyorsun? Hayatı nasıl paylaşacağız?

- Anne veya baba rolünden ne anlıyorsun?

- Sadakatten ne anlıyorsun? Örnek olarak eski bir arkadaşla yemek yemeli miyim?

- Cinsellikten ne bekliyorsun?

- Birbirimizin ihtiyacına ne kadar duyarlıyız?

- İki çatışma arasındaki süremiz nasıl geçmekte?

Acar Hoca bu vesileyle sorumluluk alan ve duyarlı çiftlerin ilişkilerinin daha uzun olabildiğini vurguladı.

İş yaşamına dair de püf noktalar veren Acar Hoca, iyi bir yönetici vasıflarını sıralayıp, “Başarılı insanların en büyük laneti geçmiş başarılarıdır” sözleriyle her anın kimyasının, konjonktürünün farklı olabileceğini hatırlattı.

Birkaç sayfa not aldığım ve keyifle dinlediğim sunum Acar Hoca’nın Perde açılırken, senaryo değiştirmeye hazır olun! ve Bu topraklara borcumuz var! mottolarıyla sonlandı.

Değerli hoca ile söyleşiyi dinlemekten büyük keyif alırken, hoca ile aynı fikirde olmadığım konu ise Batı’nın genellikle Türkiye’den zor, kirli ve tehlikeli işlerde kullanmak için iş gücü aldığı ve 100 yıl sonra da Falih Rıfkı Atay’ın ‘Zeytindağı’ kitabının bu topraklara aidiyetimizi arttıracağıdır. Hocanın Milli bayramları bir tatil gibi değil de bayram gibi kutlamalıyız! sözünde ise tamamen hemfikirim…

Anadolu Kulübü yönetimine ve hocamıza bu değerli söyleşi için teşekkür ederken, dilerim geçtiğimiz hafta şehir dışında olmam nedeniyle katılamadığım değerli dost Büke Uras’ın, Moris Danon fotoğraflarıyla Büyükada üzerine yaptığı söyleşiyi de kayda alan ve notlarını bizlerle paylaşacak birileri olmuştur…

Son olarak değerli katılımcılardan da ricam, binbir emekle gerçekleşen böyle söyleşilerde sebebi ne olursa olsun, bir tiyatro temsili titizliğinde salondan söyleşi bitmeden ayrılmamalarıdır.

Bir dahaki yazıda buluşana dek, Acar Hoca’dan öğrendiğim bir Kızılderili atasözü de burada dursun.

Yolunuz istediğiniz yere çıksın! Güneş yüzünüzü ısıtsın! Yağmur tarlalarınızdaki toprağı kabartsın! Rüzgâr daima arkanızdan essin!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün