O yüzden sarılacağız her an… Sevdiklerimize, kendimize, birbirimize!
Sabah Ege’nin mavi sularının hemen dibindeyim. Suyla aramda sadece birkaç dev çam ağacı ve binlerce (saymadım tabi ama seslerinden varsaydığım kadarıyla) cırcır böceği var. Durmaksızın söyleşiyorlar… Durmaksızın ve birbirlerini dinlemeksizin söyleşiyorlar. Ya da belki de sadece söylüyorlar. Hayatlarının şarkılarını söylüyorlar. O kadar güçlü bir söyleme halindeler ki denizin durmaksızın kumsalla söyleşisini dahi bastırıyorlar. Derler ki, ağustos böcekleri yıllar boyu toprağın altında kaldıktan sonra bir ay gibi kısacık bir süre için dünyaya gelirler. Derler ki, hayat kısa. Çal, söyle, eğlen.
Bir ay kısa da 80-100 ne bileyim insana biçilen hayat ne kadarsa o uzun mu yani?
Çeşme’nin imbatında sabah ağustos böceklerinin çığırtılarının altında Ege Denizinin sonsuz aşkla kumsala sarılışını izlediğim terasta kahvemi yudumlarken Ege’nin değil bu sefer Karadeniz’in kendi kumsalına aşkla sarıldığı başka bir terasta, başka bir zamanda buluverdim kendimi.
Biz çocuklar, annem ve babamla o plajda kumlarla tatlı tatlı oynarken beyaz saçlı ponpon babaannem o terastan bizleri izlerdi.
Zaman geçti. Devran değişti. Başka zamanlar… Başka denizler… Başka teraslar… Başka insanlar… Ben… Ancak duygu aynı duygu…
Zaman geçiyor, evet geçiyor ama şimdi, şu an, geçişini fark etmediğimiz şu an hep orada. O hep elimizde… Denizin aşkını dinlediğimiz, ağustos böceklerinin bilgeliğine izin verdiğimiz… Yanımızdaysalar sevdiklerimize sarıldığımız, uzaklardaysalar bir mesaj ya da bir telefonla sevgimizi çoğalttığımız, artık bedensiz olanları yeniden yüreklerimizde sarmaladığımız sonsuz, zamansız şu an! Sonsuz, zamansız ve sevgi dolu. Aşk dolu. Şükran dolu. Kendimizin sevgi, aşk, şükran olduğu sonsuz bir an.
“Çeşme’nin imbatında, kısaca ifade ettiğin cennet köşede bu hali yaşamak kolay” dediğinizi duyar gibiyim. Evet, kışın hayat mücadelesinde daha zor belki. Yazın nemli sıcaklarında da zor belki. Ama zorun oyununa gelmemeli. Fark etmeli.
***
Tam o anda bir arkadaşım sosyal medyadan bir video gönderiyor…
“Doğa ananın senin için planlanmış bir takvimi yok” diyor konuşmacı. “Sen ya doğallıkla planda akarsın ya da planın dışına akarsın.”
Konuşmacının dediği gibi insan kendi doğallığında planla aktığında fark ediyor:
Sevgiyi, şefkati, şükrü, aşkı fark ediyor.
Bunları kendi içine koyduğunda, sevginin, şefkatin, şükrün, aşkın mumunu kendi yüreğinde yaktığında her şey sevgi, her şey şefkat, her şey aşk.
Yeter ki, ah yeter ki insan bıraksın kendini doğallıkla planda akmaya, versin kendini denizin kollarına, cırcırların bilgeliğine… Aşk olsun. Aşkın, sevginin, şefkatin ta kendisi olsun. Yaysın ışığını. Sarılsın daha da sıkıca her an. Sevdiklerine, kendine, birbirine…