Dil kadar şahane bir buluş, yazı kadar müthiş bir yaratıcılık var mı? Galiba ikisi de en güzel yeniliklerin bir adım önüne çıkıyor benim zihnimde… Yazı, medeniyetin başlangıcı olmuş. Yazı varsa, tarih var, geçmiş var, gelecek var; hayal var, gerçek var, sonsuzluk var… Bütün kelimeler, sözlü ya da yazılı olarak içlerinden geldiği gibi yolculuk yapıp dünya dillerinin içine girmiş, aralarına karışmış, onların arasında kendilerine yeni anlamlar yüklemeyi bile başarmış. Kelimelerde kesinlikle büyülü bir güç var…
Türkçe; içine Arapça ve Farsça sözcükleri de aldığında ortaya çıkan Osmanlıca, Yeni Türkçenin başına yerleşerek altı yüz yıl süren bir saltanatla dile yeni şeklini vermiş. Neredeyse Ladino gibi, artık Osmanlıcayı da okuyabilen ifade etmek istediğini anlayabilen hemen hemen hiç yok. Bir dil kullanılmayınca anlaşılmıyor; var olan o derin zenginlik, her geçen gün adeta eriyip gidiyor dudakların arasından…
Can Yayınları, Lügat365 ‘Bazı kelimeler çok güzel’i çıkardığında derleyicileri Banu-Onur Ertuğrul’un ön sözlerindeki “Tüm kelimler güzel fakat bazıları diğerlerinden daha güzel” cümlesi benim de hislerime tercüman olmuştu. Evet, bazı kelimler büyülüydü. Yerlerine başka bir sözcük bulmak, onların ifade ettiğini onlar gibi tek sözcükle anlatmak neredeyse imkansızdı. Bakalım mı beraber bazılarına? Eski arkadaşlarınıza rastlamak gibi gelecek size, eminim.
Mesela tahayyül… Gözünün önüne getirme, demek. Aynı mı sizce? Daha onu söylerken, dudaklarınızdan dökülürken, hatta içinizden seslendirirken karşılığını düşünmenize zaman bile bırakmadan yumuşacık düşlere daldırmıyor mu sizi? Hayal etmek istediğiniz kim, ya da ne varsa belirmiyor mu gözlerinizin önünde?
Ya da müstesna… Benzeri az bulunan, anlamını taşıyor. Bana göre seçkin, sıradan olmayan, ayrıcalıklı, zor bulunan hatta hiç bulunamayacak olana en yakın anlamlarının hepsi sanki… Müşkülpesent, dediğinizde kararsız kaldığınız, bir şeyi zor beğendiğiniz bir an’a gitmiyor musunuz içiniz hafifçe daralarak? Ama bana göre anlamca en ince olanı, hazin… Arapça hüzün sözcüğünün fail bâbı… Üzüntü yaratan demek…Üzüntü sözcüğü güzel bir türeme bugünkü dilde, tabii ki üzmek eyleminden geliyor ama hazin sözcüğünün anlatmak istediklerini tam olarak veriyor mu, bilmiyorum. Hazin sözcüğünün içindeki yenilgi, ümitsizlik, çaresizlik, kabulleniş, o çok acayip iç sızısı; üzüntü veren’ de işliyor mu içinize? Üzüntü, hüzün, elem, keder, acı, aynı mı? Birbirinin yerine geçebilir mi?
Hasbelkader kelimesini de çok seviyorum. “Bir şekilde” olarak karşılık buluyor dilde. Kader sözcüğünün içine girdiği herhangi bir durum, şekil kelimesiyle yan yana gelebilir mi? “Nasıl olduysa” diyemez insan, “birdenbire” diyemez, hiç aklımda yokken diyemez, öylesine de diyemez. Hepsini aynı anda diyebilir ama hasbelkader derse… Kelimenin içinde ilahi bir güç de var sanki bana göre… İnisiyatif var bir de… Bir konuda kararları tek başına verebilme gücü anlamında. Bana göre çok güzel bir karşılık… Yine de içindeki o ani ve beklenmedik olarak alınan, korku ve heyecanla karışık sorumluluğun duygusunu vermiyor mu insana bir anda?
Teessüf peki? Üzülme, kederlenme mi yalnızca? İçindeki kırgınlığı nereye saklayabiliriz ki o hayıflanmanın içinde?
Bütün bu kelimelerin verdiğim anlamları dışında uzun ve ince ayrıntıları da verilmiş kitapta hatta şahane alıntılarla size anlatmak istediğim duygular okura geçsin diye nefis alıntılar da yapılmış.
Galiba kitabın beni en çok düşündüren kelimesi ‘hemdem’. Yakın dost, demek… Dem, an demek. Hem; aynı anda, ortak olarak, birlikte, beraber demek…Bir an’ı, anı olacak bir zamanı; yan yana, diz dize paylaşmayı seçtiğin demek…Yakın dosttan da ileri bu bana göre… Dem dediğimiz an’ın, an’ların içine sığdırdıklarımız da beraber sığdırdığımız kadar değerli olmaz mı?
Müthiş bir çalışma, şahane bir değer bu kitap… Kütüphanemde bile değil, masamın üstünde hep…Onu karıştırırken bu yazıyı yazmak istedim zaten…Dile sahip çıkmak, kendimize sahip çıkmak gibi bana göre…