Misafirperver Yunanistan

Zehra ÇENGİL Köşe Yazısı
31 Temmuz 2024 Çarşamba

Yazarlarımızdan Joelle Pinto’nun Sakız Adası’na yaptığı geziyi ve Dalia Maya’nın muhteşem Simi fotoğraflarını görmek açıkçası beni 40. yaşımı karşıladığım 23 Temmuz’u geçirmek üzere gittiğim Halkidiki’yi yazmak konusunda yüreklendirdi.

Son üç senedir doğum günlerimi Yunanistan’da kutlamak gibi küçük bir şımarıklık edindim. Bu yıl da tarihler temmuz sonuna yaklaşınca, önceden taslak halinde olan rotamız bu kez net bir şekilde Halkidiki’yi gösteriyordu. Yunanistan'ın kuzeyinde bulunan ve Üç Parmak adıyla da anılan bir yarımada olan Halkidiki, iddialı konuşacağım ama sosyal medya diliyle görülmeden ölünmemesi gereken bir cennet.

Dedeağaç’a her zaman 3,5 saatte arabayla gittiğimiz için, Halkidiki’nin altı saatlik mesafesi bize çok da uzun gelmemişti. Meğer biz yarımadanın iç kısımlarını navigasyona girdiğimizden asıl deniz kenarı olan bölgeler rotaya minimum iki saat fazladan eklemiş bulundu. Yol ve rol arkadaşımın yaşadığı minik çaplı şokları, konuları değiştirmek için yaptığım aptalca esprilerle güçlükle bertaraf ettim.

Pazartesi akşamı iş çıkışı saatlerinde yola koyulmamızın ardından, Tekirdağ’da satır köftesi- rakı vs. derken gece yarısı sularında İpsala’dan Yunanistan sınırlarına geçişimizi yaptık. Sınır kapısı o kadar sakindi ki, bu moralimizi ikiye katladı. (Erken konuşmamak lazımmış, bunun bir de dönüşü var.)

Ardından gitmek istediğimiz yerin 3,5 saat daha uzaklıkta olduğunu görünce, gece araba kullanmayalım diyerek booking.com’dan 24 saat açık resepsiyona sahip otelleri işaretledik ve Kormista’da bulunan Orfeas Land isimli bir otelden yer ayırttık. Sabah, dağ manzarasıyla uyanma fikri hoşumuza gittiğinden, rezervasyonumuz onaylandıktan sonra gece saat 2 gibi otele vardık. (Navigasyonun bizi keçi- koyunların bulunduğu bir ahıra getirmesi ve 20 tane köpeğin arabanın etrafını sarması işin tuzu biberi oldu.)

BİZE RESEPSİYONA ANAHTAR BIRAKACAK KADAR GÜVENDİLER

Zar zor bulduğumuz otelin kapısı kilitliydi ama camı yarı açıktı. Kapıyı çaldık, açan yok; telefonu aradık, resepsiyonda bangır bangır çalıyor ama kimse cevap vermiyor. Siz deyin 10 kez, ben diyeyim 15 kez telefon- kapı ve aracın kornasına basma suretiyle birilerine ulaşma çabamız sonuçsuz kaldı ve arkadaşım çareyi başka bir otele telefon açmakta buldu. (Ki kendisi yurt dışı seyahatlerimizde her konuda acayip şanslı olmasıyla meşhurdur.) Telefon açtığı yer, sorgusuz sualsiz bize resepsiyona bizim için bir anahtar bıraktıklarını ve ödemeyi de sabah yapabileceğimizi söyledi. Uyandığımızda harika bir doğa manzarası ve son derece misafirperver insanlarla karşılaştık. Otel çalışanı bizlere ikisi de aynı zaten diyerek ‘Greek Coffee’ yani bizim Türk kahvesinden ikram etti. Kendisinin tavsiye ettiği Kavala’daki Palio Beach’i ben de sizlere önermekte beis görmüyorum.

Kavala’da denize girdikten sonra, Halkidiki'nin en soldaki yarımadası Kassandra'nın sol ucundaki burnunda bulunan Fourka ve Possidi’ye gittik. En çok merak edilen şeylerden biri de fiyatlar tabii: Bir Club Sandwich, bir kocaman tabak meyve, iki suya 18 Euro ödedik. Şezlong- şemsiye plaja giriş ücreti vs. de yok. Harika kumlarıyla, kalabalıktan uzak bu kumsal, keyif dolu dakikalar geçirmek için birebir.

SADECE BİZİM İÇİN KALKAN O MUCİZE FERİBOT

Yine muhteşem bir organizasyonla, oteli en sağdaki yarımadadan ayırttığımı görünce bir yere uğramadan gaza bastık ve akşam 20.30 gibi Ammouliani’ye varacağımızı sanırken, birden önümüzde butik bir liman belirdi. Meğer, adaya sadece feribotla geçiş varmış ve araçları alan son feribot da kalkmış. Bilgi aldığımız esnaf, yolcu olarak yarım saat içinde gidebileceğimizi söyleyince arabadan yükleri boşalttık ve yine bir Türk-Yunan kahvesi içmeye yeltendik. Derken yanımıza gelen büfenin sahibi “Asla olmayacak bir şey! Feribot takviminde bulunmamasına rağmen buraya geliyormuş. Bir yakıt tankeri getiriyor, rica ederseniz belki sizi geri götürür” dedi. Bunun üzerine ben koşarak feribottaki görevlilere “Bugün benim doğum günüm, adadaki otelden rezervasyon yaptırdık. Lütfen bizi bırakır mısınız?” diye ricada bulununca o devasa feribot sadece bizim aracımızla (sanki özel feribot kapatmışız gibi) yola çıktı, bu adeta Tanrı’nın bir mucizesiydi.

Yemeğe gittiğimiz Taverna Tzanis’te et, çeşitli deniz ürünleri ve tsipuro rakısı, incirli hellim, Greek Salad gibi lezzetlerin bulunduğu masamıza hesap olarak yine yaklaşık 70 Euro geldiğinde, Türk fiyatları ile kıyaslayıp nasıl kazıklandığımıza yanmadan edemedik.

Ertesi günü, Aristotales’in doğum yeri Stagira’yı ve doğal bir akvaryum tadındaki Paradise Beach Kavourotrypes’i ziyaret ederek kısa yolculuğumuzu sonlandırdık.

Dönüşümüz ise 1,5 saat sınır kapısında beklememiz sebebiyle hafif çileli oldu. İpsala, yazları mutlaka bu akıbeti yaşıyor/ yaşatıyor.

Yunanistan’da yaşayan komşularımızın, esnafının misafirperverliği, politik-siyasi tüm çatışmalara rağmen bizlere beslediği dostluk, sevgi-saygı, insanları kazıklamaya uğraşmadan en iyi ürünleri, karşılanabilir fiyatlarla servis etmeleri ve tertemiz, kalabalık olmayan plajları buraları defalarca ve defalarca ziyaret etmeye değer kılıyor. Niyetiniz varsa gözünüz kapalı gidin.

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün