Küçüktüm. Maça gitmeyi çok istiyordum. Şişli tarafında oturuyorduk ve evim gönül verdiğim kulübe çok uzaktı. Babama beni maça götürmesini söylüyordum ama kendisi hayatında maça gitmemiş ve futbol ilgi alanında olmayan biriydi. Bir gün kırtasiyeden sarı ve lacivert kartonlar alıp Hababam Sınıfı’nda gördüğüm karton şapkalardan yapmaya karar verdim kendime. Maça giderken takacaktım. Yıllar geçti, futbolla ilgisi olmayan babam her hafta benimle maçları izlemesine rağmen, beni stada götürmedi.
İlk maçıma arkadaşımın babası ile birlikte gitmiştik. Maça gitmek büyüleyiciydi ama ne yazık ki tuttuğum takımın stadı değil, rakip takımın stadı İnönü’deydi maç. En azından karşısında tuttuğum takım Fenerbahçe vardı. Maçtan önce bana eğer Fenerbahçe gol atarsa sevinmemem gerektiği tembihlendi. İnönü’nün numaralı tribününde üzerimde renksiz kıyafetlerle sahada sarı lacivertin içerisindeki futbolcuları büyülenmiş gibi izlediğimi hatırlıyorum. İlk maçımda ilk galibiyetimi almıştım ama içeride sevinmek nasip olmamıştı. Eve gidip Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu’nun birlikte yaptığı Maraton programını beklemiş, tekrarını sanki ilk kez izler gibi izleyip sevinmiştim…
Kadıköy’deki ilk maçım ise 2002 yılındaydı. Aziz Yıldırım ve yönetimi tarafından yenilenmiş, TRT1’de La Liga maçlarında gördüğüm stadlara benzeyen, rüya gibi bir stadın içerisindeydim. Hem de bu sefer üzerimde formamla, boynumda atkımla. Sahaya baktığımda gözlerim parlıyordu sanki. O gün ise rakip Malatyaspor’du ve bu sefer sevinmek nasip olmadı. Ancak günün sonunda yaşadığım deneyimin etkisinden uzun süre çıkamamıştım. O günkü biletin fiyati 7.500.000 TL idi. Hala saklıyorum bileti. Kendi biriktirdiğim cep harçlığımla almıştım..
Ardından her hafta Caddebostan 3M Migros’un içerisinde bulunan biletix, Levent’deki 1907 Derneği ya da Şişli’deki Migros’dan bilet kovalayan, bileti alıp eve gittiğimde ise dünyanın en mutlu çocuğu olan kişiydim. Haftalık paramı biriktirip biletimi alır, üzerine maç günü yemegimi bile yerdim. Güzel bir çocukluk ve gençlik dönemi yaşadım bir futbolsever olarak.
Bu hafta Lugano maçı için Fenerbahçe Whatsapp grubumuzda maça gitme muhabbeti dönüyordu. Nasıl bilet buluruz konuşmaları dönerken, biletler çıktı. Benim 2002 yılında cep harçlığım ile aldığım kale arkası biletleri 900 TL olarak açıklandı. O dönemde eğer bir maçı kaçırıp bir hafta daha para biriktirip gidebildiğim Maraton Üst biletleri ise 1700 TL olmuştu.
Herşey ülkenin durumuyla paralel kabul. Döviz, enflasyon, şu, bu kabul. Ancak olaya biraz da küçük çocukların gözlerinin parladığı yer, gençlerin cep harçlıklarını biriktirerek gittikleri yer, mavi yaka bir çalışanın 1-2 yövmiyesi ile gittiği yer gözüyle görmek lazım. Romantizm yapıyor gibi gözükebilirim ama o stadyum Hababam Sınıfı’nın kaçıp gittiği, Turist Ömer’in uğruna bağırdığı takımın stadı. Yani o stad halkın takımı Fenerbahçe’nin stadı.
Maça gitmek, orada sevdiği takımı desteklemek sadece cebinde parası olanın hakkı olmamalı. Benim yaşayabildiğim güzel deneyimleri bugünün çocukları, gençleri de yaşayabilmeli. Bu saydığım profildeki insanları bir masada oturtabilen tek olgu futbol, Fenerbahçe.. Bunu sadece parası olan insanlara indirgemek kulübün ve futbolun DNA’sına ters diye düşünüyorum. Umarım ülkemizdeki her kulübümüzün bilet fiyatları herkesin karşılayabileceği noktaya gelir ve her kesimden insanı yeniden stadlarda görmeye başlarız, çünkü futbol zenginiyle, yoksuluyla, işçisiyle, patronuyla, genciyle, emeklisi ile güzel..