Hangisi sizsiniz?

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
7 Ağustos 2024 Çarşamba

Yazın başından beri, bize gelen misafirlerle şahane bir mevzu dönüyor aramızda… Hangisi bize daha uygun? Şehrin göbeğinde oturup her türlü kişisel zorluğa rağmen sinemadan, tiyatrodan, konserlerden, yeni açılan mekanlardan kopmadan; şehrin gürültüsünü içine çeke çeke, kalabalıklığından şikayet ede ede, karmakarışık hallerinden yorula yorula yaşayanlardan olmak mı yoksa her yaz yaptığımız gibi yemyeşil bahçemizde ağaçlarımızın büyüyen gölgelerine oh diyerek keyifle sığınmak mı? Hangi hayatın çocuklarıyız? Şehir içi mi bize hitap ediyor, şehir dışı mı? Daha az gidecek yer, daha az görecek insan, daha az yapacak iş, daha yavaş geçen bir zaman mı sizi mutlu eder yoksa zamanla yarışıp onu yakaladığınızda yaşadığınız haz mı? Yüksek binalar, ışıl ışıl caddeler, renkli vitrinler mi süslemeli geceleri; sonsuz karanlıkta parlayan yıldızlar mı? Kalabalıklarda tesadüfen göz göze geldiğiniz tanıdıklarla mutlu olmak mı, her sabah gördüğünüz yüzlere günaydın demek mi?

Münazara konusu hatta sorusu gibi bir şey bu… Belki de ara ara hepsi’dir cevap ama illa birini seçmek zorunda kalırsam şehir kadınıyım ben… Orası kesin… Sessizlik, yalnızlık, ara sıra kendi kabuğuma çekilmek ihtiyacı duysam da Nişantaşı, Kapalıçarşı, İstanbul Modern, Taksim, Beyoğlu, Eminönü denince akan sular duruyor bende… Yurt dışında sevdiğim şehirlerde de alışkanlıklarımı, caddeler, mekanlar, sokaklar, dükkanlar, müzeler, manzaralar, gidilecek yerler olarak aklımda tutarım. Bir daha gitme şansım olduğunda oraları yeniden keşfetmek, kelime anlamına ters gibi olsa da hoşuma gider. Ters değildir çünkü. Her seferinde başka bir yüzünü gösterir büyük şehirler insana. Tanıdığınızı, bildiğinizi zannedersiniz ama her gidişinizde hem tanıdık gelir hem yabancı hissettirir size kendinizi…

Nereye gidersem gideyim İstanbul’a dönmek, bana eve dönmek gibidir. Daha mı güvenli gelir, daha mı beni yansıtır, daha mı bana aittir bu şehir? Bir sebeple başka bir yerde yaşamak zorunda kalsam, burası neresi olabilir, sorusunu bile kendime asla soramam, verecek cevabım yoktur çünkü…

Ziya Osman Saba, İstanbul şiirinin bütün dizlerinde bu şehre olan tutkusunu anlatır. Şiiri ben yazmalıymışım, diye düşünürüm ne zaman okusam:

***

Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar’da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu`nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel’in kokusunu.

Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!

***

Sahiden de her taşını öpüp başıma koyacak kadar seviyorum bu şehri… Onun ara sokaklarında kaybolduğum günleri, Kuru Kahveci’nin önünde düğüm olan kalabalıkta sıkışıp kaldığım kahve kokulu, korku dolu anları, kitapları sadece keyif için gidip oradan aldığım Sahaflar Çarşısını, altın almanın bahane olmasını bekleyip içinde ferahladığım Kapalıçarşı’yı, Çınar Otel’den uçsuz bucaksız görünen Marmara’ya bakmayı, Galata Meyhanesinde eski dostlarla buluşmayı,  saatinin altında çocuklarıma rastladığım Büyükada’yı nasıl özlediğimi size anlatamam…

Hiçbir küçük kasaba, hiçbir şahane deniz kenarı, hiçbir güzel, serin yayla; bu saydığım ayrıntıların birikimleriyle dolu değil…

Büyük şehirler; gece ışıklarına, gündüz sıcaklarına, eski yapılara, yepyeni binalara, ibadethanelere, mezarlıklara, evlere, sokaklara bize ait kimler ve neler varsa saklarlar…Bu sebeple de kopamaz benim gibiler büyük şehirlerden…

Hangisi sizsiniz?

Büyük şehirlerde kaybolanlardan mısınız yoksa küçük şehir ya da kasabalarda tanınanlardan mı?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün