Müzikte ve kendi evrenin çığır açan besteci, düşünür, araştırmacı, ressam, yazar, doğaya yakın ama her şeyden önemlisi yalınlığa ve hakiki anlama her an yaklaşmaya çalışan John Cage hakkındaki yazı disinin son bölümüne geldim, bu yazı ile birlikte. John Cage’in evrenini anlatmaya ne satırlar ne de yazı dizileri yeter elbette ki. Bir çok şeye olan yaklaşımı ile beni çok etkiliyor Cage. Daha evvelce de belirttiğim gibi içimizdeki bir takım oyunları farkına vararak ve onların yönetmine girmeden hakikate yalınlıkla yaklaşmaya çalışmak beni etkilediği nokta bir insan olarak. Müziği ya da sesleri salt sesler olarak düşünmeden, doğadan sanata kadar çok değişik yollardan anlamaya ve ifade etmeye çalışmak beni çok etkileyen. İnsan görülme ihtimalinin verdiği o sarhoş edici etkinin içine kapıldığında, hiç istemeden de olsa bir çok şeyi araçsallaştırabiliyor. Cage’te en hayran olduğum şey, en temel duygusal ihtiyaçlarını, müzikteki/seslerdeki formlara dönüşen yaklaşımının ana kahramanı olmaması.
Cage, ardında birçok eser, yazı, çizim, düşüncelerini bırakarak 12 Ağustos 1992 tarihinde yaşama veda etti. 14 bölümlük yazı dizime, yine Cage’in geçen sefer kaldığım yerden kendi sözleriyle son veriyorum.
***
“Bu deneyimler beni ‘On the Surface’ adlı bir dizi baskı yapmak için bulduğum şekilde müzik bestelemeye yöneltti. Grafik değişiklikleri belirleyen yatay bir çizginin müzikte, karşısında yer alacak şekilde dikey bir çizgi olması gerektiğini keşfettim ‘Beş Orkestra için Otuz Parça’ eserimde mekan yerine zamanı kullandım.
Heinz Klaus Metzger ve Rainer Riehn'in davetiyle ve Andrew Culver'in yardımıyla Frankfurt Operası için ‘Europeras 1 ve 2’yi gerçekleştirme forsatım oldu. Bu, Cunningham ve benim aşina olduğumuz müzik ve dansın kendi başlarına bağımsızlıkları içerisinde bir arada var oluşları anlayışı içerisindeydi. Işık, program kitapçıkları, dekorlar, kostümler ve sahne işleri dahil olmak üzere tiyatronun tüm unsurlarına taşıyordu.
On bir veya on iki yıl önce solo keman için ‘Freeman Etudes’leri yazmaya başladım. Solo piyano için yazdığım ‘Etudes Australes’lerde de olduğu gibi, müziği mümkün olduğunca zor hale getirmek istedim. Böylece imkânsızın imkânsız olmadığını gösterecek ve 32 Etude yazacaktım. Ancak, no.17‑32 arası etüdlerdeki nota yoğunluğunun çok fazla olduğunu anladım. Yıllarca bu yoğunluğun sentezlenmesi gerektiğini düşündüm, ki bunu yapmak ta istemedim. Bu nedenle çalışma tamamlanmamış olarak kaldı. Geçtiğimiz yaz başında ('88) Irvine Arditti ilk 16 Etüdü 56 dakikada ve ardından kasım ayının sonlarında aynı parçaları 46 dakikada çaldı. Neden bu kadar hızlı çaldığını sordum. ‘Önsözde dediğiniz gibi: Mümkün olduğunca hızlı çalın’ dedi. Sonuç olarak artık Freeman Etudes'i nasıl bitireceğimi biliyorum, bu yıl veya gelecek yıl tamamlamayı umduğum bir çalışma. Çok fazla nota varsa, ‘Mümkün olduğunca çok çalın’ talimatını yazacağım.
Orkestrayı sadece müzisyenler olarak değil, aynı zamanda insan olduklarını düşünerek farklı parçalarda, insanlardan insanlara farklı yapılar yaptım. ‘Etcetera’ eserini bir şef yerine dört şef ile başlanmak üzerine kurguladım. Orkestra üyelerine ise solistik partiler verdim. ‘Atlas Eclipticalis’ ve ‘Piyano ve Orkestra için Konser’ eserinde ise şef bir yönetici değil, zaman sağlayan bir yardımcıdır. ‘Quartet’ eserinde aynı anda dörtten fazla müzisyen çalmaz ve dördü sürekli değişir. Her müzisyen bir solisttir. Orkestra topluluğuna, oda müziğini karakterize ettim. Bir topluluğu teker teker inşa edip oda müziğini orkestral boyuta getirdim. Şimdiye kadar birlikte çalınabilen veya birlikte çalınmayan on sekiz bölüm yazdım. Esnek zaman parantezleri ile değişken bir yapı elde ettim. Depreme dayanıklı bir müzik, tabiri caizse. Altta yatan herhangi bir fikri olmayan bir diğer seri ise ‘İki’ ile başlayıp ‘Bir, Beş, Yedi, Yirmi Üç, 101, Dört, İki2, Bir2, Üç, On Dört ve Yedi’ ile devam eden gruptur. Bu eserlerin her biri için henüz bulamadığım bir şeyi arıyorum. En sevdiğim müzik henüz duymadığım müziktir. Yazdığım müziği duymuyorum. Henüz duymadığım müziği, duymak için yazıyorum.
Birçok insanın müziğin onlar için ne işe yaradığı veya yarayabileceği konusunda fikirlerini değiştirdiği bir dönemde yaşıyoruz. İnsan gibi konuşmayan, sözlükte tanımını veya okullardaki teorisini bilmeyen, kendini sadece titreşimleri gerçeğiyle ifade eden bir şey. Titreşimsel aktiviteye dikkat eden insanlar, sabit bir ideal performansa tepki olarak değil, her seferinde bunun nasıl gerçekleştiğine dikkatle bakıyorlar. Dinleyiciyi, bulunduğu ana taşıyan bir müziğe.”