“Pandemi dünyanın dengesini bozdu!” diyenlerin sayısı hiç de az değil. Bu konuda makaleler, kitaplar yazılıyor. Hollywood da mutlaka mevzuya el atacaktır zaman içinde.
Dünya o zamandan bu yana çok değişti. Bu değişiklik elbette ki akşamdan sabaha gerçekleşmedi. Ancak onlarca yıldır alışılagelmiş davranış ve düşünce kalıpları, üç yıl içinde bize yabancılaşan bir yaşama işaret etmeye başladı. Yalnız bireyler değil, hükümetler, firmalar, bankalar, üniversiteler, hukuk sistemi, eğitim sistemi… Tamamı farklılıklar gösteriyor artık.
Daha önce doğru olanların yanlışa – veya an azından yetersize – dönüşmesine tanık olma, yeni düzenin getirdiği olası tehlikelerden sakınma telaşı kimlikleri fark ettirmeden ele geçirdi. Dost olanların hasma, hasımların düşmana evrildikleri bir sürecin kucağına yuvarlanmış bulduk kendimizi. İtiraf etmek gerekir ki, zaman zaman, kendimizin en azılı düşmanı dahi kendimiz olduk. Ters taraftan işleyen trafik misali, bu değişik düzen içinde tehlike, bakmaya alışık olmadığımız taraftan geliyor. Yıllardır kafamızda yer etmiş harita ile şu anda üzerinde çalışmak durumunda olduğumuz arasında, bireyin ve toplumların kolayca hazmedemeyecekleri farklılıklar var.
İçinden geçmekte olduğumuz küresel sorunlar üzerinde düşünen, tartışan fikir insanları yeni normalin adını ‘çatışma ve savaş’ olarak koyma eğilimindeler. Son yıllarda dengeye geldiğini sandığımız bazı meselelerin kaotik bir ateşe dönüştüğünü görüyoruz. Bunun askeri boyutta olması gerekmiyor elbette: Ekonomik, siber, diplomatik savaşlara artık bilişsel olanı da eklemek gerekli. Bunların her biri, askeri meydan okumalardan çok daha tehlikeli, toplumları sonlarına savurmada çok daha mahirler. Özellikle sonuncusu, propaganda dediğimiz silah takımı ile zenginleştiğinde, altından kolay kolay kalkılamayacak sonuçlara yol açabiliyor.
Bireyin bir ajans gücü ile ‘haber’ yayabildiği sosyal medya özellikle yüzyılın üçüncü onluğunda, insana nefes aldırmıyor. Sosyal medyayı ele geçirmek, onu kısıtlama erkini kullanmak arzusu, toplumlar üzerindeki nüfuzu terk etmeme dürtüsünden ileri geliyor olsa gerek! Elon Musk’ın X macerasını ya da Meta mecraları ile ülkemizde yaşanan sürtüşmeleri esas itibarı ile bu açıdan düşünmek gerekir.
Yasak, yaptırım, ambargo gibi önlemlerin bu saatten sonra işe yaramayacağını artık anlamak gerek. Tıpkı ticaretteki alışverişin ‘kazan-kazan’ kuralı gibi, kısıtlamaların da ‘kayıp-kayıp’ gibi bir huyu vardır. İş kaybı, para kaybı, itibar kaybı, erk kaybı gibi bir yığın olumsuzluğu, ambargolar ve kısıtlamalar uğruna sırtlamak bu anlamda hiç de kazançlı bir alternatif oluşturmuyor.
Küresel ekonomiyi jeopolitik bloklar olarak parsellemenin getirdiği her gerilim dalgası, global ticareti siyasileştirmeye götürüyor. Dolayısı ile Dünya Ticaret Örgütü’nün öngördüğü ve serbest ticaretin alfabesini oluşturan kurallar zinciri kadük duruma düşüyor. Tıpkı günümüzde Birleşmiş Milletlerin düştüğü durum gibi… Tabii ki bu tespit başlı başına bir tartışma konusudur ve Üç Nokta’nın sütunlarını fersah fersah aşacaktır, şüphesiz!
COVID sonrası normale dönme sürecinin, insanda, bir katılımcının mızıkçılık yapmasından dolayı yarıda kalan bir oyuna kalınan yerden devam edilmesi gibi buruk bir tat bıraktığını düşünüyorum. Bu toplumlar için de geçerli bir tespittir bana göre! Batı ile doğu arasındaki diplomatik, ekonomik, teknolojik ve kültürel yüzleşmede de benzer bir burukluğun eşlik ettiği bir güvensizlik yok mudur sizce?