Üst aklın çuvallaması

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
21 Ağustos 2024 Çarşamba

Yaz günü rehavetinde elime Japonya’da geçen bir kitap alınca ister istemez karşılaştırmalı bir yazı yazmaya karar verdim. Ishiguro’nun ‘Değişen Dünyada bir Sanatçı’ adlı bu romanı, 1940’ların sonunda geçiyor. Normal bir güncel hayata kavuşmuş bir Japonya resmediliyor. ‘Güçlü Japonya’ hayali ile önce Mançurya’yı işgal eden, hunharca katliamlar yapan sonra da II. Dünya Savaşı'na katılan ve teslim olmamakta direnerek atom bombası felaketini Japonya’ya yaşatan neslin kendi ile hesaplaşmasını anlatıyor. Yaşanan büyük kayıpların sorumluluğu, kefaret arayışına dönüşürken, yeni nesil umut içinde küllerinden doğan ülkede yeşermeye başlıyor. Ancak bu yeni ülkede savaşın tırmanmasına sebep olan nesil hala hayatta ve büyük bir iç hesaplaşma yaşıyor. Emperyalist Japonya Krallığı’nın yeniden şahlanmasını hayal ederek girdikleri o saldırgan tutumun ülkeyi yerle bir etmesi ve sonra tam da istemedikleri şekilde modern bir Batı ülkesine sağlam adımlarla evrilmesi, aşırı milliyetçiliğin kendilerine getirdiği bu büyük felaket, o neslin kendisini affetmesini zorlaştırıyor.

Gerçi her ne kadar ABD atom bombası uygulama kararını savaşı daha fazla ölüme sebebiyet vermeden bitirmek gibi açıklasa da gizli bir amacı da dünyaya güç gösterisi yapmaktı. Dolayısı ile bütün suçu üstlenen Japon toplumu kendine haksızlık ediyor olabilir.

Mevcut düzeni ileri taşımak amacı ile ortalama insanın üstünde olduğunu düşünen gruplar her toplumda vardır. Amaçları mevcut düzeni değiştirmek olduğu için davranışları merhametsiz ve sonuç odaklı olabilir.

Nitekim modern Türkiye’nin öncesinde de Avrupa ve Rus yayılmacılığı karşısında Türk aydınlar, batıya olan meyilden vazgeçip Türklük üzerinden bir birleşme hayal etmeye başladılar. Başka sığınacak seçenek kalmamış gibi düşündüler. Enver Paşa Sarıkamış’ta bu emperyalist hayalini gerçekleştirip Kafkasya üzerinden Asya’daki Türklere ulaşmayı hayal etti. Ancak onun bu girişimi 90 bin askerin öldüğü bir yenilgiye dönüştü.

Bu örnekler toplumu ‘hak ettiği’ seviyeye taşımak için üst akıl kişilerin eyleme geçmesi ile oluşuyor. Nietzsche’nin ‘übermensch’ kavramında bahsettiği iddia edilen insan türü. Sonuçları açısından bakınca doğal akışına bırakılabilecek pek çok toplum, üst akıl güdümlemeleri sonucu geldiği noktada tazminat ödemek ve yaşadığı travma yüzünden geçmişine bir çizgi çekmek zorunda kalıyor. Kendi köklü gelenekleri ile arasına mesafe koymak zorunda kalıyor. Batı kaynaklı ‘iyi’ işleyen modelleri derme çatma da olsa kendine yapıştırıyor.

Japonya, bu travmayı ardında bırakarak savaşın ardından Batı tipi bir devlet yapısına doğru evrilmiş olsa da, geleneksel değerlerini ve kültürel kimliğini korumayı başardı.

Batı’nın teknolojisini ve yönetim anlayışını benimserken, geleneksel Japon değerlerini ve estetiğini modern yapıya entegre etmeye çalıştı. Bu sentez, Japonya'nın benzersiz bir kültürel kimliğe sahip olmasını sağladı.

Türkiye'deki siyasi kültür de Cumhuriyet'in Batılılaşma çabalarına rağmen, Osmanlı'dan miras kalan birçok özelliği taşımaya devam ediyor. Güçlü liderlik figürü, devletin birey üzerindeki üstünlüğü ve dini değerlerin toplumdaki yeri gibi unsurlar, Osmanlı'nın siyasi kültüründen gelen izler olarak günümüzde de varlığını sürdürüyor.

Ancak Meclisteki yumruk yumruğa kavgayı izlerken bizdeki siyasi kültürün de bir üst akıl erozyonuna uğradığını, köklerimizden ayrıştığını ve çürüdüğünü düşünmeden edemedim…

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün