Marksist eleştiriye göre nasıl ki bir zamanlar ‘din’ kitlelerin afyonuysa bugünün dünyasında ‘futbol’ kitlelerin afyonudur diyebiliriz. Futbol ve siyaset ilginç bir bütünsellik içindedir. Biraz açmak gerekirse, egemenler için meşruiyetin; yönetilenler içinse muhalefetin örgütlendiği bir mecradır. Toplumu oluşturan ahlaki, politik, varoluşsal meseleleri yansıtır. Siyaset yönetir, devlet en üst organizasyondur; siyaset ve devlet egemenliği sağlamak zorundadır. Futbol, üzerinde egemenlik mücadelesi verilen bir alandır bu nedenle siyasetin de parçasıdır.
İnsanlar içinse bir kaçış mekanizmasıdır; gündelik hayatın hoşnutsuzluklarından kaçış… Kitlelere tutku duyacakları bir şeyler verirsiniz ve bu onları siyasi değişim konusunda tutkulu olmaktan alıkoyar. Ezilen kitleler sakinleşir ve sorgulamaların, mutsuzlukların yerini takımının adını, futbolcuların adını haykıran stadyumlar dolusu erkek alır.
Tarihte futbolun toplumları yönlendiren, yöneten etkisine yaşanmışlıklardan yola çıkarak göz gezdirelim istiyorum.1934’te İtalya’da düzenlenen Dünya Kupası’nda Mussolini, faşizmin meşruiyetini güçlendirdi. Bunu nasıl mı yaptı? Kupanın düzenlendiği stadyumlara futbolcular askeri üniformalarla geldi. Statlar faşizmi güzelleyen pankartlar, afişlerle dolduruldu. Dünya Kupası’nın kapanışını ise varlığıyla taçlandıran Duce, katıldığı seremonilerle kurguladığı sistemi halkının zihnine ve tün dünyaya kazımayı başardı. Futbol, devletin ideolojik organı olmayı başarmıştı. İşlevini gerçekleştirdi.
Benzer mantıkla futbol ve futbol öforisi İspanya’da Franco’nun 1970’lere kadar iktidarını perçinlemesini sağladı. Franco, İspanya’da Real Madrid’i sahiplendi, yetmedi Real Madrid taraftarlarını İspanya’nın faşist askerleri olarak nitelendiriyordu.
Keza Portekiz’de Salazar, 1933’ten 1968’e kadar Portekiz’i ‘ÜÇ F’ ile yönettiğini söylüyordu: Fiesta yani Şölen, Fadima yani örgütlü din ve Futbol.
Türkiye’de Futbol, 1950’lerden sonra siyasetçilerin dikkatini çekti, özellikle Turgut Özal, cezaevleri hakkında kendisine soru soran gazetecilere; “Onu bırakın da Galatasaray’a bakın Galatasaray’a” diyerek, futbolu kullanarak hedefi saptırmayı başarmıştı. Anlı şanlı devlet büyüklerimizin gündemlerinin en başına yerleştirdikleri futbol maçları, tuttukları takımlar, sevdikleri futbolcular kamuoyunun da gündemi haline gelmeye başlayacaktı.
1990 Dünya Kupası’nda Romanya, Finlandiya’yı yendi ve finallere katılma hakkı kazandı. Kutlamalar o denli şiddetlendi ki adeta bir siyasi başkaldırıya dönüştü. Romanya’da Çavuşesku’yu muhaliflerden çok ‘futbol’un önlenemez şiddetinin düşürdüğünü söyleyebiliriz.
Yine 1974’te Franco’nun faşizminin askerleri olarak nitelediği Real Madrid, Barcelona tarafından 5-0 yenilgiye uğratılınca şiddet dolu gösteriler başladı. Bu isyan dozu yüksek gösterilerin Başbakan Blanco’nun ölümünden çok İspanya’yı demokrasiye geçirdiği söylenebilir.
Erkeklerin kendi aralarında sosyalleştikleri ortamlarda kadınların olması istenmez, istenmiyor. Özellikle spor karşılaşmalarında futbol maçlarında hissediyoruz karşı tarafı dişileştirerek yapılan tezahüratların ne kadar korkunç, ne kadar incitici acıtıcı şeyler olduğunu sizler de biliyorsunuz.
Futbol maçları erkeklik ritüelidir ve stadyumlar adeta bir mabet… Futbol da bir din gibi aslında.
Yine stadyumlar, maçlar kolektif küfür alanları; küfür de bir tür erkekliğin dışa vurumu, kendini rahatlatma ve belki de bir enerji boşalması. Hiç ummadığınız insanların orada kendilerinin dışında bir benlikle ortaya çıkışlarını görebilirsiniz.
Futbol, kitleleri güzel oyalar. Siz hayatta kaybedebilirsiniz ama takımınız kazanır ve o takım kimliği size düşük, başarısız, pek de bir baltaya sap olamamış bir kişilik olarak gören insanların gözünde yükselmenizi sağlayabilir. Size bir kimlik verir; işte bir ‘başarısız’ın kimlik arayışının vazgeçilmez bir parçası haline gelir.
Türkiye nüfusunun yüzde 51’i erkek yüzde 49’u kadın; kadınların tamamının futboldan hoşlanmadığını düşünmesem de büyük bir bölümünün kendini içine dahil hissedemediği ve son derece itici bulduğu bir spor futbol. Ancak maalesef bir istatistik yok elimizde. Türkiye'deki 22 milyon sporseverin en çok takip ettiği spor dalı yüzde 64'le futbol. Türkiye bu oranla, yüzde 68'le ilk sırada bulunan Brezilya'nın ardından İspanya ile birlikte futbolun en çok takip edildiği ikinci ülke konumunda. Kadınların yani neredeyse nüfusun yarısının futbolcuların özel hayatları dışında hiç ilgilenmedikleri bir sporun insanların hayatını özellikle erkeklerin hayatını ne kadar etkilediği de bir başka yazımızın konusu olsun.