“…Aklıma gelenlere kendi kendime güleceğime, dedim anlatayım da hep beraber gülelim. O zaman anlatıyorum…”
Mizah türünde bir kitap okuyorsanız; okuduklarınız, sizin mizah anlayışınıza ve zekanıza göre yer bulur içinizde… Gülersiniz, düşünürsünüz, anlarsınız, anlaşıldığınızı düşünürsünüz. Yazar da anlaşılacağını, düşündüreceğini, okurunu güldürürken geliştireceğini düşünür. Gülse Birsel, son kitabında da böyle düşünmüş.Ba-yıl-dım kalemine bir daha, bir daha… Gülümserken, daha çok yüksek sesle gülerken, çocukluğu ve genç kızlığıyla ilgili ne kadar çok ortak noktamız olduğunu düşünürken buldum kaç kere kendimi… Bazen de, nasıl oluyor da dalgası geçilecek bu kadar çok tarafı oldu bu toplumun, diye düşünürken buldum kendimi…
Hayatı sevmek, ortak düşünmek, sağlam bir payda üstünde pay olmaktır yazarla okurun derdi… Daha doğrusu derdi değil de dileği… Derdim; yaşı birbirine yakın iki kadının birbirini bir kitap içinde nasıl anlayabileceğini, nasıl beraber gülebileceğini anlatmaktı. Mizah alanında okumaya ne kadar susamış olduğumuzu, yazarın deyişiyle “çalınan gülümsememizin” peşine nasıl düştüğümüzü anlatacaktım aslında ama olmadı. Gördüm ki bu şahane samimiyeti, daha kitabın adından dolayı eleştirenler olmuş. Ben sağlam bir yazı yazma, duygu ve düşüncelerimi samimiyetle dile getirme derdine düştüm hemen… Okuruyla beraber gülme amacıyla yola çıkmış yazar hakkında yapılan eleştirileri merak ettim, okuyunca da yazımı başka türlü yazmaya karar verdim. Okuyanların hem de hatırı sayılır platformlarda yaptıkları eleştirileri görünce atan tepemi aklımdakileri yazmadan sakinleştiremeyeceğimi fark ettim.
Şimdi birileri de çıkıp bana şöyle diyecektir: “Kardeşim, sen Gülse Birsel’in avukatı mısın, sana ne? Herkes düşüncesinde özgür, ne isterse söyler, ne isterse yazar.”
Öyleyim, diyelim! Var mı itirazı olan? Bir kadın olarak, iyi bir okur olarak ama her şeyden önce ana dilini çok iyi bilen biri olarak bu yazıyı yazmak da benim kararım!
Yazar kitabına, Beni Gözünüzde Büyütmeyin, diye bir isim vermiş. Dümdüz demiş. Dolandırmadan. Benim şimdi bilinçli olarak yaptığım gibi, anlatım bozukluğu yapmadan.
Vay efendim, sen misin bunu diyen? Bu nasıl kendini beğenmiş bir tavır! Niye böyle bir isim seçmiş, ne demek istemiş, filanlar… Yahu ne kedini beğenmişliği? Kadın çıkmış, dosdoğru bir samimiyetle ben ceketlik kumaşım, benden palto çıkmaz, diyor. Bunun neresi anlaşılmıyor? Tabii ki kendi yeteneğinin farkında, tabii ki kendi değerini biliyor. Bilmese, birileri okur veya izler diye kitap, dizi ve film senaryoları yazmayacak zaten ama bildiği ve aslında sevdiği tarafı, başkalarının ondan beklediği fazladan özelliklerin kendinde olmaması… Bunu söylüyor sadece…
Gülse Birsel’in özgeçmişine ayrıntılı bir şekilde yer vermeyeceğim yazımda. Bilen, zaten bilir, bilmeyen merak edip bakarsa tahsilini, hayatını, yazarlığını, televizyon programcılığını, senaristliğini, oyunculuğunu okur ayrıntılarıyla…
Kaç kitabı var, görür. Kahkahalarla güldüğü, gülerken düşündüğü film ve dizilerini zihninden geçirir ve son kitabının adındaki şahane anlamı nasıl fark etmediğini belki anlar.
İki sene önce kızımla bir kafede otururken baktım, yan masada oturuyor. Kafede o anda bizden başka kimse yok. Kendisini rahatsız etmemek için, sesimi yükselterek onunda işitebileceği bir tonla; “Nermin, bak, yanda oturan hanımefendi çok şahane bir yazar biliyor musun? Şahane okullar okumuş, hayatı herkesin gördüğü gibi görmüyor, çok başarılı… Ona çok hayranım. Sen de bir gün onun gibi başarılı ve dünyayı farklı gözlerle gören biri olursun umarım,” dedim. İçtenlikle bana bakarak teşekkür etti. O kadardı konuşmamız… Ne ben uzattım ne de o… Anladığımız, samimiyetimizdi.
Demem o ki büyütürüm kardeşim! Büyütülmesi gereken ne varsa büyütürüm. Büyütme dediğini de samimiyetle düşünürüm.
Bir cümleyi okuduğunuzda onun ardında saklı olan anlamı da fark ettiğinizde gerçekten okur olursunuz. Ancak belki o zaman yazar-çizer grubunu eleştirme hakkınız ve haddiniz olur.
Niye mi belki?
Bazen yalnızca o da yetmez de ondan…