Alberto Manguel, kitap tutkunu, okuma üstüne kitaplar yazan, onları okurken de gerçekten keyif aldığım bir yazar. Onun Sieglinde Geisel ile söyleşilerini içeren ‘Hayali Bir Hayat’ kitabında değindiği bir konu ilgimi çekti: Yazar Homeros’un, “Tanrılar bize yazacak bir şeyimiz olsun diye sefaleti verdi” sözünü anımsatıyor. Sonra da edebiyatta mutluluğun bir istisna olduğunu, onun özellikle acıdan beslendiğini ve bu duygunun okurlar için daha gizemli olduğunu vurguladıktan sonra şöyle açıklıyor: Mutluluk, genelde düz bir çizgi izler. Bu yüzden mutlu olduğumuzda bunu hiç sorgulamayız, oysa kitabın konusu acı olduğunda kendi içimizde sorular oluşmaya başlıyor.
Yazar bir süre, okuruna mutluluk aşılayan romanların bir listesini çıkarmaya çalışmış. Yazınsal değer taşıyan, sonunda başkahramanın ölmediği ve trajik bir sonla bitmeyen romanları araştırmış. Onları bulmakta o denli zorlanmış ki… Mutlu sonla biten masallara artık çocukların bile inanmadığını, onların gerçeği daha çok araştırdıklarını söylüyor.
Acıların yazmak için önemli bir etken, hatta bir dürtü olduğunu biliyordum, ama okur açısından bakıldığında, bu konulardan daha çok beslenildiğini hiç düşünmemiştim. Nitekim uzun bir zaman önce yazdığım bir denemede, sanatçı üstündeki her türlü baskının sanata nasıl olumlu yansıdığını ele almaya çalışmıştım. Fransız yazar André Gide, ‘Sanat Baskıdan Doğar’ başlıklı bir deneme yazısında şöyle diyor: “Sanat daima baskının sonucudur. Onu, ne kadar serbestse o kadar yukarılara yükselir sanmak, uçurtmayı havalanmaktan alıkoyan şeyin ip olduğunu sanmaktır.”
Irksal farklılıklar, sürekli büyüyen maddi sorunlar, yönetime karşı paylaşılan görüşler, azınlıkta olma durumu, cinsiyet ayrımcılığı gibi yaklaşımlar yüzünden sanatçı kendini baskı altında duyumsarken, içinde büyüyen isyanı bir sanat ürünü olarak gün yüzüne çıkarıyor. Her sanatçının mutlaka söyleyecek, belki de söylemek zorunda hissettiği bir sözü vardır; acı çektiren, kışkırtan, başkaldırtan… Kimi yazdığı şiiriyle, kimi romanıyla, kimi müziğiyle, kimi heykeliyle, kimi resmiyle bir şekilde bunu ortaya koyuyor.
Okurun penceresinden baktığımızda Manguel’in dile getirdiği gibi teması acı olan kitaplara daha çok ilgi gösteriyoruz. Bunu sinema filmlerinde, televizyon dizilerinde de görüyoruz. Kendimizi kahramanlarıyla özdeştiriyor, onlarla hayal kuruyor, acı çekiyoruz. Mutluluğu duyumsamaktan çok acılardan besleniyoruz. Geçmişte büyüklerimin birkaç mendil ıslatmak için gittikleri filmleri anımsadıkça gülümsüyorum.
Sanat, hayatın bir aynası olduğuna göre her alanda olduğu gibi acıları da yansıtacaktır. En önemlilerinden biri de kuşkusuz kitaplar olmaktadır.
Rumen düşünür E. M. Cioran, Vertigo Taslakları’nın birinde şöyle diyor: “Kitaplar yaraları kanırtmalı, hatta yeni yaralar açmalı. Kitaplar tehlike arz etmeli.”
İçimizi acıtan kitaplar! Bunlar bir yandan bizi sarsarken, öte yandan hayatı, kendimizi sorgulama olanağı yaratıyor.