Her yiğidin yemek 'yorumu' başkadır…

Sami AJİ Köşe Yazısı
28 Ağustos 2024 Çarşamba

Kulunuzdan bahsetmek isterim…

Daha küçüklüğümden beri yemek, mecburi olmakla birlikte bir an evvel bitirilmesi gereken bir nesne idi.

Evde dört erkek kardeştik. Kahvaltı bir an evvel tüketilmeliydi, zira okula geç kalma tehlikesi vardı. İlkokulda ‘sabahçı’ idim (ikili öğretim sistemini hatırlayanınız var mı bilmiyorum). Okuldan döner dönmez ilk işim acilen öğle yemeği olarak hazırlanan şeyleri yemek, bir bardak su içmek, ardından da sokağa fırlamak idi. (Ne yediğimi bir türlü hatırlamazdım bile.) Akşama kadar beni bulmak zordu. Arkadaşlarla, kukalı saklambaçtan başlayın, uzun eşek, yüksek atlama ve biri top getirdiyse futbol oynardık. Hava soğuksa bir evde toplanır kızma birader, dama, hatta sonraları yeni keşfettiğimiz Monopoly’i oynardık.

Karanlık basınca da eve dönmemiz gereği ortaya çıkardı.

Yaz tatilinde ise, hele hafta arası günlerde, bizleri koydunuzsa bulun. Bütün mahalleli bizlerden şikâyet eder. Annelerimize sorunları anlatırdı. Klasikleşmiş cevap hazırdı. “Onları ancak yemek vakti görebiliyoruz.”

Saint-Michel’e gitmeye başladığımız zaman biz ‘quart de pensionnaire / çeyrek yatılı’ idik. Yemeklerimizi evden sefer tası ile getirir, bir hoca nezaretinde ısıtılır, onun kontrolü altında yerdik.

Bizim, yani çeyrek yatılıların, ‘demi-pensionnaires’ (yarım yatılı, diğer bir deyimle okuldan verilen yemekleri yiyenlere) karşı bir avantajımız vardı. Onlar-ayrı salonda- disiplin içinde yemeğe girerler ve herkes yemeğini bitirdikten sonra yine sırayla, bahçeye çıkarlardı.

Bizim böyle bir mecburiyetimiz olmadığı için bahçeye erkenden fırlar spor odasından en iyi topu alır, sonra ‘grande cour’a (lise bölümünün oyun alanı) orada futbol maçı yapma fırsatımız olurdu. Özetle yemeğin süratle bitirilmesi şarttı.

Üniversite yıllarında öğle yemeği yine kantinde idi. Orası zaten en ucuza doyduğumuz yerdi.

Askerde, hele altı aylık piyade okulu eğitiminde bol yemek şarttı. Esasen seçme şansımız da yoktu. Sabahtan akşama eğitimler bu gıdayı bırakın eritmek kilo, kaybetmemi bile sağladı. (O kadar yakışıklı olmuşum ki, sevgili nişanlım beni diğer kızlardan korumaya başladı.) 

Çalışma hayatına girdim. Öğle yemekleri toplantı zamanı idi. Patronum, her zaman örnek almaya çalıştığım, Teddy Danon’un başkanlığında yemek yenirdi. Bazen yedi, bazen sekiz kişiydik. Rahmetliye ilk servis yapılır, son tabak da bana gelirdi. Ama aşçımız tabağı bana getirinceye kadar (emin olun azami 3-4 dakika) patronum tabağını bitirmek üzere idi. Bu yüzden herkes son sürat önündekini halletmesi lazımdı, zira o konuşurken yemek yememiz doğru kaçmazdı. (Neyse ki kahvesini içinceye kadar biraz vaktimiz kalırdı.) 

Bu alışkanlığı hala kaybetmedim. Sevgili eşim, her iş günü, öğle yemeğimi hazırlar, piknik kutuların içine doldurur. Yazıhanedeki yardımcımız bunları ısıtır ve saat 1’e doğru önüme koyar. Mutfağa gidip kahvemi hazırlayıp getirinceye kadar ben tabağımı boşaltmış olurum.

Tahmin edeceğiniz gibi lokantaların tercih edeceği bir müşteri değilim.

Yurt dışında iken hele şık restorana gittiğimizde garson şık elbisesi veya papyon kravatı ile geliyor. Ve başlıyor konuşmaya. O günün yemeklerini sıralıyor bazı yemeklerin nasıl yapıldığını ne gibi çeşnilerin katıldığını anlatıyor. Arada açlıktan geberebilirsiniz… İçimden “Sus ya! Kuru fasulyeli pilav getir” demek geliyor ama davet sahibine ayıp olur diye ağzımı açamıyorum.

Şehrimizde iken mönüyü okumaya başlar başlamaz, gülmem ve sinirlenmem geliyor… Niye mi? Türkçemize bakın: korotonlu mercimek çorbası1, öğreten makarna2, kabak öğreten, Makarna bolonyez, makarna napoliten3 ve daha neler… Nihayet siparişi verdiniz. Bekle ki gelsin… Geldiği anda derhal normal süratime geçiyorum. Arkadaşlar daha başlamadan ben bitirmiş oluyorum. Durumun karmaşıklığını tarif etmeye ihtiyacım yok.

Özetle ve samimi söyleyeyim yemekten anlamam. Önüme ne gelirse eyvallah…

Ancak son yıllardaki yayınları okurken gerçekten şaşıyorum. Artık gıdalara ait her türlü vasıf veya mahzurlar nerede ise günün 24 saatinde her türlü yazılı sözlü renkli resimli ‘medyada’ yer alıyor. Şu meyveyi yiyin, şu meyveye dikkat, bu sebze de bilmem ne hastalığına iyidir ama yine de temkinli yiyin.

Ekmeklerin ise çeşitlerini artık saymak bile mümkün değil. Glütensiz ekmek, tam buğdaylı ekmek, sandviç ekmeği, hamburger ekmeği, taş fırın ekmeği, ekşi mayalı ekmek… İnanılması zor ama ülkemizde 200’e yakın ekmek çeşidi üretiliyormuş.

Hepsinin üstüne de şimdi, organik gıda, serbest dolaşan tavuk yumurtaları gibi çeşitler de eklendi.

Kendime şunu sormaya başladım. Acaba anamız babamız bizi yanlış mı besledi?

---

1 Korontonlu: Fransızca “crouton” yani kızarmış ekmek parçacıkları anlamındadır.

2 Öğreten: yine Fransızca “au gratin” kelimesinden türemiştir. Fırında makarna diyebiliriz. Kabak kelimesinin yanına “öğreten” konduğunda kaşer peynirli fırında pişmiş kabak anlamına geliyor. 

3 Bolonyez: İtalya’nın Bologna şehrinde yapıldığı gibi, anlamına gelir. Napoliten’i izah etmeye lüzum yok.  

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün