Türk Futbolunun potansiyeli ve başarısızlık paradoksu

Rıfat KARAKÖY Köşe Yazısı
4 Eylül 2024 Çarşamba

GERÇEKTEN NEREDE YANLIŞ YAPIYORUZ?

Portekizli Teknik Direktör Jose Mourinho'nun Fenerbahçe'ye transfer olduktan sonra yaptığı  konuşmayı hatırlıyorum. Mourinho, "Portekiz’in nüfusu 10 milyon, Fenerbahçe’nin taraftarı 25-30 milyon" diyordu. Bu sözler, Türk futbolunun ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu. Gerçekten de, Türkiye'deki büyük kulüplerin her birinin milyonlarca destekçisi var. Ancak bu denli büyük bir taraftar kitlesine ve potansiyele sahip olan kulüplerin uluslararası alanda kayda değer başarılar elde edememesi, matematiği resmen çürütüyor. Peki, bu paradoksun sebebi nedir?

Taraftar gücü: Potansiyel mi, kaldıraç mı?

Türk futbolunun en büyük avantajlarından biri, milyonlarca kişiye hitap eden devasa taraftar kitlesi. İspanya'nın nüfusu 48 milyon ve bu nüfusun yarısı Real Madrid taraftarı olsa bile, Türk kulüpleri Real Madrid kadar çekirdek bir taraftar kitlesine sahip. Ancak bu kitlenin potansiyeli, ne yazık ki gerektiği gibi değerlendirilemiyor. Taraftarlar, kulüplerine büyük bir tutkuyla bağlı olsalar da, bu potansiyelin doğru yönetilmemesi, kulüplerin mali ve idari anlamda istikrarsız bir yapıya bürünmesine yol açıyor.

Finansal disiplin eksikliği

Türk kulüplerinin en büyük sorunlarından biri, finansal disiplinsizlik. Avrupa'nın büyük kulüplerinde mali yapı, başarıya giden yolun en önemli taşlarından birisi. Kulüpler gelirlerini doğru bir şekilde yönetiyor, borçlanma oranlarını daha düşük tutuyor ve yatırım yapacakları futbolcuları ince eleyerek seçiyor. Ancak Türk kulüplerinde genellikle gelirler, borçların ve harcamaların çok gerisinde kalıyor. Transferde yapılan yanlış yatırımlar, aşırı harcamalar ve plansız yönetim anlayışı, kulüpleri ekonomik bir çıkmaza sürüklüyor. Bu yazıyı yazdığım şu zamanlar da Galatasaray’ın Napoli’nin yıldızı Osimhen’i bir yıl kiralamak için 11 milyon Euro ödeyeceği konuşuluyor. Galatasaray’ın bir diğer yıldızı Icardi’nin de maaşı 10 milyon Euro. Bu paraların nasıl ödendiği ise tam bir muamma. Hem de bu Osimhen transferi tam da Şampiyonlar Ligi’nden elenmenin hemen ardından yapılıyor. Şampiyonlar ligi geliri olsa kaynak ayrıldı denebilirdi. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi kulüplerimizin mali tablolarını kendi finansçılarının bile bildiğinden emin değilim.

Yönetim anlayışı ve profesyonellik eksikliği

Başarıyı getiren en önemli unsurlardan biri, kulüplerin profesyonel yönetimi. Ancak Türk futbolunda yönetim kadroları genellikle kısa vadeli başarıları hedefliyor ve uzun vadeli planlamalardan uzak duruyor. Yönetim değişiklikleri, teknik direktör rotasyonları ve sık sık değişen futbolcu kadroları, kulüplerin istikrarlı bir yapı kurmasını engelliyor. Ayrıca, altyapıdan yetişen oyunculara yeterince yatırım yapılmıyor ve genç yetenekler genellikle göz ardı ediliyor. Son zamanlarda Arda, Ferdi, Semih gibi genç oyuncuların çıkması ve bunların Avrupa’ya güzel paralara transfer olmaları aslında kurtuluş reçetemiz. Bu çocuklara daha fazla yatırım yapılıp Avrupa’ya ihraç stratejisi izlense. Kulüplerin altı-yedi sene icerisinde borcu kalmaz. 

Altyapı ve gelişim

Türk futbolunun en büyük eksiklerinden biri de altyapı sistemi. Başarılı futbol ülkeleri, altyapılarına büyük önem veriyor ve genç oyuncularını en iyi şekilde yetiştirme hedefiyle yola çıkıyor. Türkiye'de ise altyapıya yapılan yatırımlar yetersiz. Genç oyuncular yeterli eğitim ve gelişim imkanlarına sahip değil. Arda Güler’in bir röportajında söylediği şey hala aklımda: Burada sadece futbolu düşünüyorum. Başka hiçbir şey düşünmeme gerek kalmıyor, çünkü sistem buna uygun kurulmuş demişti. Bizim ülkemizde ise hemen bu çocukların hangi arabalara bindiği, kimin beraber olduğu, hangi mekana gittiği konuşuluyor. Çocuklar sahaya odaklanacaklarına saha dışı birçok konunun içerisinde buluyorlar kendilerini ve bu da yetenekli futbolcuların erken yaşlarda kaybolmasına neden oluyor. 

Medya baskısı ve sabırsızlık

Türk futbolundaki bir diğer önemli sorun ise medya baskısı ve sabırsızlık. Taraftarların ve medyanın sürekli başarı beklentisi, kulüplerin uzun vadeli planlar yapmasını engelliyor. Anlık başarılar için yapılan plansız transferler ve teknik direktör değişiklikleri, kulüplerin istikrarsız bir yapıya sahip olmasına neden oluyor. Sabırsızlık, futbolun doğasında olan sabır ve sürekliliği ortadan kaldırıyor. Hele ki sosyal medya, geleneksel medyanin yerini aldıktan sonra artık deyim yerindeyse “atış daha da serbest”. Atışın serbest olmasının yanında özellikle youtube kanalları ortaya çıktıktan sonra bir de yöneticilerin “bahşişleri” ile yayınlar yapan birçok gazeteci türedi. Başarısız yöneticileri yaptıkları yayınlarla pohpohlayan ve bu kişilerin koltuklarına yapışmalarına katkıda bulunan birçok gazeteci görünümlü trol türedi. Bu da ayrı bir yazı konusu.

Potansiyel nasıl değerlendirilmeli?

Türk futbolunun bu büyük potansiyelini gerçeğe dönüştürebilmesi için birkaç temel alanda köklü değişikliklere ihtiyaç var. Öncelikle, kulüplerin mali disiplin ve profesyonel yönetim anlayışını benimsemesi gerekiyor. Altyapı yatırımları artırılmalı, genç yeteneklerin gelişimine odaklanılmalı ve uzun vadeli başarılar hedeflenmeli. Medya ve taraftar baskısı minimize edilmeli, kulüplerin uzun vadeli planlarına saygı gösterilmeli. Bunun en güzel örneği Beşiktaş’ın feda sezonu. Bunun gibi sezonlar planlanmalı. Bu planlamaları yapan kuluplere teşvikler verilmeli diye düşünüyorum.

Türk futbolu, doğru adımlar atıldığında uluslararası arenada büyük başarılara imza atabilecek bir potansiyele sahip. Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüştürülmesi için köklü bir değişim şart. Aksi takdirde, milyonlarca taraftarın coşkusunu taşıyan bu büyük kulüpler, başarı hayalini gerçekleştiremeyecek ve potansiyelleri hep bir paradoks olarak kalacak.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün