Marie Curie'den radyoaktif miras

Hayati MOLİNAS Köşe Yazısı
4 Eylül 2024 Çarşamba

20. yüzyılın öncü bilim insanlarından Marie Curie,  radyoaktif elementleri ‘peri ışıkları’na benzettiği için açıkta saklamaktan hoşlanırdı. Hatta bu elementleri ceplerinde taşıyarak laboratuvarında dolaşırdı. Sonuç olarak, kıyafetleri, mobilyaları ve hatta yemek kitapları hala radyoaktiftir ve önümüzdeki 1.500 yıl boyunca da öyle kalacaktır.

Fransa’nın ulusal kütüphanesi, Marie Curie'nin not defterlerini bugün kurşun kaplı kutularda saklıyor. Curie, muhtemelen uzun süre radyasyona maruz kalması nedeniyle 1934'te aplastik anemi nedeniyle hayatını kaybetti. Çalışmaları sırasında taşıdığı risklere rağmen Marie Curie'nin bilime katkıları çok büyüktür. Radyum ve polonyum gibi radyoaktif elementleri keşfetmesi ve radyoaktivite olgusunu anlamadaki öncü çalışmaları, nükleer enerjinin temel bilimsel prensiplerini ortaya koymuştur.

Nükleer enerjinin keşfiyle ilgili olarak ilk nükleer reaktör Şikago'da kuruldu. Bu reaktör, sonuçta, ABD’nin nükleer silahların geliştirilmesi projesinin bir parçasıydı.1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki'de kullanılan atom bombaları, nükleer füzyonun yıkıcı gücünü göstermenin yanı sıra  nükleer enerjinin potansiyelini de ortaya koydu. Ardından,1951 yılında ABD’de, bir nükleer reaktör tarafından ilk elektrik üretildi.

Dünyanın ilk ticari nükleer enerji santrali, 1954 yılında Sovyetler Birliği’nde faaliyete geçti. Bu santral nükleer enerjinin bir güç kaynağı olarak kullanımının başlangıcını oluşturdu. 1960’lar ve 1970’lerde, özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde petrol krizlerinin de etkisiyle nükleer enerjinin dünya çapında  hızla yaygınlaştığına tanık olduk. Ancak, bu dönemi takiben nükleer enerji santralı faciaları da yaşanmaya başladı.

Önce 1979 yılında Amerika’da yaşanan Three Mile Island faciası, ardından 1986’da Çernobil ve son olarak 2011’de Japonya’daki Fukuşima Nükleer Santral faciası, herkesi yeterince korkuttu. Fukuşima faciasının ardından,  2011-2020 yılları arasında dünyada 65 reaktör kapatıldı. Ancak, sanki bu dönem hiç yaşanmamış gibi, 2023 yılında yapılan COP28 toplantısında nükleer enerji, küresel ısınmaya az etkisi olduğu için tekrar gündeme geldi ve hızlandırılması çağrısında bulunuldu.

Süper güçlere gelince, ülke içi kullanım açısından en fazla nükleer reaktöre sahip olan ülkenin ABD olduğunu görürüz. Ardından sırasıyla Fransa, Çin ve Rusya geliyor. Özellikle Fransa, ihtiyacı olan elektriğin yüzde 75’ini nükleer santrallerden sağlayarak bu alanda dünyada ilk sırada yer alıyor. Amerika ve Rusya yüzde 20, Çin ise yüzde 5’ini nükleer enerjiden sağlıyor.

Küresel ticaret açısından baktığımızda, Rusya’nın açık ara lider olduğunu görürüz. Çernobil faciasına rağmen Rusya, nükleer enerji programına ara vermedi ve devlet desteğini sürdürdü. Bugün gelinen noktada, küresel ticarette Rusya’nın tek gerçek rakibi Çin’dir. Diğer rakipleri  Fransa ve ABD  ise geri kalmış durumdalar. Rusya, dünya genelinde inşa halinde olan 53 nükleer reaktörün yaklaşık yarısını üstlenmiş durumda.

Nükleer enerji dünyası, doğası gereği jeopolitiktir. Santrallerin kurulumu, bakımı ve uranyum tedariği açısından bakıldığında, tedarikçi ve alıcı ülkeler arasında onlarca yıllık bağlar oluşur. Bu nedenle, Rusya nükleer enerji ihracatında stratejik bir değer görüyor. Putin, ülkesinin küresel enerji piyasalarındaki rolü arttıkça jeopolitik etkisinin de büyüyeceğine inanıyor.

Nükleer enerjiden neden korkuyoruz?

Nükleer enerji teknolojisini kullanan ülkelerin sayısının artması nükleer silahların yayılma riskini de beraberinde getiriyor. Barışçıl enerji üretimi için kullanılan bu teknoloji, ileri aşamalarında nükleer silah geliştirme amacıyla kullanılabiliyor. İran’da Rusya’nın desteği ile yaşanan durum da bunun bir örneğidir. Atom Enerjisi Ajansı, denetim yoluyla sivil nükleer programların askeri uygulamalardan ayrı tutulmasını sağlamaya çalışsa da her zaman başarılı olamıyor.

Diğer taraftan, nükleer enerji santralleri her ne kadar yüksek düzeyde düzenleme ve kontrol altında tutulsa da, geçmişte olduğu gibi gerçek bir felakete neden olma riski taşımaktalar. Doğal afetlerin ve savaşların arttığı dönemde, bir başka Çernobil veya Fukuşima faciası ile karşılaşmak şaşırtıcı olmaz. Bunun yanı sıra, bir diğer büyük endişe de radyoaktif atıkların binlerce yıl boyunca etkisini sürdürerek insan sağlığı ve çevre için tehlikeli olması.

Marie Curie’nin cesurca yürüdüğü bu bilimsel yol, ne yazık ki onun hayatını elinden aldı. Bugün gelinen noktada, insanlık nükleer enerjinin gelecekteki rolünü tanımlamakta zorlanıyor. En beklenmedik teknolojileri bile kendi kötülüğü için kullanabilen insanoğlunun, nükleer enerjiden yalnızca elektrik üretimi amacıyla faydalanacağını düşünmek saflık olur. Bu teknolojiye sahip ülkelerin sorumlu davranması şart. Aksi takdirde insanlık, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün