Sessizlik

Avram VENTURA Köşe Yazısı
12 Eylül 2024 Perşembe

Hepimizin seslerden yorulduğu, sessizliği özlediği zamanlar oluyor. Ben yalnızca doğadan değil, insan seslerinden, gereksiz konuşmalardan da söz ediyorum. Nitekim konuşmanın olduğu kadar, suskun kalabilmenin bir sanat olduğunu, bunun için bir eğitimin gerektiğini, hayatın içinden, düşünürlerin sözlerinden öğreniyoruz. Yaşanmışlıklar, deneyimler de bu konuda yol göstermek için etkili olmaktadır. Ayrıca paylaştığımız sosyal ortamlar, bunu her gün bize anımsatıyor. Bulunduğum topluluklarda, kimi insanları dinlediğimde, aklıma bazen şu soru geliyor: Düşündüklerimizi her zaman gerçek anlamıyla dile getirebiliyor muyuz?

İçtenlikle yanıtlamam gerekirse, hiç sanmıyorum! Bu yüzden ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimiz de önemli olmaktadır. Konuşurken beden dilimizle birlikte, o an hissettiğimiz duyguların, sözcüklerimizi etkileyebildiğini biliyoruz.

Diyelim ki bir insana, ona olan sevgimizi anlatmak istiyoruz. Ses tonumuzla birlikte bu duygunun sıcaklığı, elbette ki kullandığımız sözcüklere de yansıyor. Aynı şekilde coşkumuz, kızgınlığımız, hoşgörümüz ya da nefretimiz; konuşma şeklimiz, duruşumuzla da kendimizi mutlaka hissettiriyor. Çoğu kez sözlerimizin yetersiz kalmasının en önemli nedeninin, bedenimizle bu uyumu sağlayamamaktan kaynakladığını düşünüyorum. Ayrıca yanlış kullandığımız sözcüklerin, içi boş konuşmaların da ortamın gerilmesinde tetikleyici unsurlar olabileceğini söyleyebilirim. Kimi zaman sessizliğimizin, sözlerimizden daha etkin olabildiği gibi…

Filozofun biri Buda’ya şöyle sormuş: “Sözcükler olmadan, sözsüz bir şekilde gerçeği söyleyebilir misiniz?”

Buda sessizce yerinde oturmayı sürdürmüş. Bir süre sonra filozof Buda’ya övgülerini sıralamış ve gerçeğe giden yolu bulduğunu söyleyerek saygıyla eğilmiş, sonra da yoluna devam etmiş. Filozof gittikten sonra müritlerinden Ananda Buda’ya, filozofun neyin farkına vardığını ve niçin bu kadar övgü düzdüğünü sormuş. Buda şöyle yanıtlamış: “Atın iyisi daha kırbacın gölgesini gördüğünde başlar koşmaya!”

Demek ki iletişim yalnız sözcüklerle kurulmuyormuş! Bir sessizlik ortamı içerisinde kurulan tümceleri dinlemek için de farklı bir eğitim gerekiyor. Bu denli olgunlaşmış olamasak da susmamız gereken yeri bilmek bile, bir başarıdır bence…

Shakespeare’in şu sözlerini anımsatmak istiyorum: “Sözcüklerin kölesi olmaktansa, sessizliğin kralı olmak daha iyidir.”

Söz ağızdan çıktığında, artık bunun dönüşü yoktur. Namludan çıkan bir mermi gibi olumlu ya da olumsuz, tüm sonuçlarına katlanmak zorundayız. Elbette ki sessiz kalmanın, suskunluğun bir bedeli vardır; ama gecikmiş olsak da, bunu telafi etmenin her zaman olanağı bulunabilir.

Sessizlik üstüne düşünürken, bir zaman önce notlarıma eklediğim İspanyol ilahiyat profesörü Juan José Tamayo’nun şu sözünü paylaşmak istiyorum:

“Tanrı evrenin sessizliğidir ve insan bu sessizliğe anlam veren çığlık.”

Sözü Tanrı ile özdeşleştiren bir gelenekten gelen bir bilim insanının, yine onu sessizlikle tanımlıyor olması, bana ilginç geldiği gibi daha çok düşünmeye yöneltti.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün